Cin ve şeytanlar
Cin kelimesi sözlükte; “gizli ve örtülü varlık, görülmeyen şey” anlamına gelir. Terim olarak duyu organlarıyla idrak edilemeyen, irade sahibi, ateşten yaratılmış, ruhani ve gizli varlıklara verilen bir addır.
Cinlerin varlığı Kur’an-ı Kerim ve sahih hadislerle sabit olup onlar hakkında tek bilgi kaynağımız vahiydir. Akıl da diğer görünmeyen varlıklar gibi cinlerin varlığını imkânsız görmeyip, caiz ve mümkün görür. İnsanların cinleri göremeyişi, gözlerinin cinleri görecek yetenekte yaratılmamış olmasındandır.
İrade ve sorumluluk açısından varlıklar, insan, cin ve melekler olmak üzere üç grupta incelenir. İnsanlar ve cinler akıllı ve iradeli varlıklar olup bundan dolayı sorumluluk sahibidirler. Meleklerin ise iradesiz varlıklar olduğu ve kötülüğü işleme imkânları bulunmadığı için de sorumlu olmadıkları daha önce ifade edilmişti. Bu anlamda melekler ve cinler hem özellik hem de yaratılış bakımından farklı varlıklardır.
Ancak, “Cin” kelimesinin sözlükte melekleri de kapsayacak şekilde görünmez varlıklar için kullanılan genel bir anlamı da vardır. Kur’an-ı Kerim’de İblis’in melekler arasında zikredilmesi46 bundan kaynaklanmaktadır.
Bununla birlikte İslam âlimleri meleklerin cinlerden ayrı bir varlık türü olduğunu belirterek cin kelimesinin insan ve melek dışındaki üçüncü bir varlık türünün adı olarak kullanılması gerektiğini belirtmişlerdir.
Zira melekler, hayır işler, insanları da iyilik ve güzelliğe yönlendirirler. Şeytanlar ise şer işler, insanları da kötülüğe ve çağırırlar. Buradan hareketle görünmeyen varlıklar üç grupta değerlendirilir:
1. Hepsi hayırlı olanlar: Bunlar Allah’ın emrinden çıkmayan meleklerdir.
2. Hepsi kötü olanlar: Bunlar insanları kötülüğe sevk eden şeytanlardır.
3. Hem hayırlısı, hem de şerlisi olanlar: İşte cin denilince, asıl bunlar anlaşılır.
Kur’an’da buyurulduğuna göre Allah Teâlâ, insanı topraktan cinleri ise yalın ateşten ve insan türünden önce yaratmıştır.
“ Cinleri öz ateşten yarattı.”
“Andolsun biz insanı, kuru kara çamurdan, şekillenmiş kara balçıktan yarattık. Cinleri de daha önce, zehirli ateşten yarattık.”
Cinler de insanlar gibi irade sahibi varlıklar olup Allah’a kulluk için yaratılmışlardır. Bunun için de hesaba çekileceklerdir:
“Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”
Kullukla yükümlü oldukları için onlara da peygamberler gönderildiği Kur’an’da şöyle ifade edilmektedir: “Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size ayetlerimi anlatan ve bu gününüzün gelip çatacağı hakkında sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?”
Peygamberimiz İslam’ı cinlere de tebliğ etmiştir. Cinlerden bir grubun, Peygamberimiz’i Kur’an okurken dinledikleri, sonrada kendi topluluklarına dönerek bu olayı anlatıp onları Hz. Peygamber’in davetine uymaya çağırdıkları ve bir kısmının iman edip Müslüman olduğu bir kısmının ise inkâr edip kâfir olduğu Kur’an’da haber verilmiştir.
Cinler yukarıda da belirttiğimiz gibi iyi-kötü, Müslüman-kâfir şeklinde çeşitli gruplara ayrılmışlardır. İçlerinden Müslüman olanlar Cennet’le ödüllendirilecek, inanmayanları ise Cehennem’de cezaya çarptırılacaktır.
Cinler, yaratılışları gereği insanların bilmediği bazı hususları bilirler. Kısa sürede uzun mesafeleri kat edebilir ve çeşitli şekillere girebilirler. Hz. Süleyman Belkıs’ın tahtını Yemen’den getirmek isteyince: “Cinlerden bir ifrit, ‘Sen yerinden kalkmadan ben onu sana getiririm ve şüphesiz ben, buna güç yetirecek güvenilir biriyim.” demiştir.
Cinler gaybı asla bilemezler. Cahiliye döneminde müşrikler, cinlerin yüksek semalara çıkarak bilgi aldıklarına inanıyorlardı. Kur’an’da cinlerden bahseden ayetlerde en fazla öne çıkan husus, onların gaybı bilemeyecekleridir: “Süleyman’ın ölüm fermanını çıkarmamızdan sonra, cinler ve çevresindekiler onun öldüğünü, ancak dayandığı asasını bir ağaç kurdunun yemesi sonucunda, kendisinin yere yıkılmasından sonra anlayabildiler. O, yere düşünce cinler kesin olarak anladılar ki şayet gaybı bilmiş olsalardı kendilerini zelil ve perişan eden angarya işlerde devam edip gitmezlerdi.”
Nitekim Kur’an’da bildirildiğine göre kendileri de bunu itiraf etmişlerdir:
“Kuşkusuz biz göğe ulaşmak istedik, fakat onu çetin bekçilerle ve yakıcı ışıklarla dolu bulduk. Hâlbuki biz, (daha önce) göğün bazı yerlerinde gayb haberlerini dinlemek için otururduk. Fakat şimdi her kim dinlemeye kalkacak olursa, kendini gözetleyen yakıcı bir ışık bulur. Hakikaten biz bilmiyoruz, yeryüzündekilere kötülük mü istendi, yoksa Rableri onlara bir hayır mı diledi?”
Bazı durumlarda cinlerin insanlara zarar vermesi söz konusu olabilirse de Müslüman bir kimsenin cinlerden korkmaması ve Allah’ın izni olmadan, bir varlığın başka bir varlığa zarar veremeyeceğine gönülden inanması gerekir. Diğer varlıklardan gelebilecek zararlara karşı Allah’a sığınmak gerektiği gibi cinlerden gelebilecek zararlar hususunda da aynı tutum sergilenmelidir. Nitekim Hz. Peygamber’in de cinlerin insanları etkilemesine karşı Ayetü’l-kürsî’yi, Felâk ve Nâs surelerini okuduğu bilinmektedir.
Müslümanlar, cinlerden zarar gördüklerini sandıkları durumlarda Hz. Peygamber’den öğrendiği tedbirlerle yetinmeli, cahil cinci ve üfürükçülerin tuzağına düşmekten sakınmalıdırlar.
Şeytan, sözlükte: “Hayırdan ve rahmetten uzaklaşmış yaratık; yanıp helâke mâruz kalmış varlık.” demektir. İblis, Şeytan’ın özel ismidir. “İblis ise cinlerdendi de Rabbinin emri dışına çıktı.” ayetinde işaret edildiği gibi cin taifesinden olan iblis, onlar gibi ateşten yaratılmıştır.
İblis, Hz. Âdem’in yaratılmasından sonra Allah, melekleri ve cinleri ona saygıya ve üstünlüğünü kabule çağırdığında, Âdem’e secde etmeyi reddederek Allah’a ilk isyan eden varlıktır. İblîs, bu anlamda şeytanların öncüsü ve atasıdır.
Şeytan kelimesiyle özel anlamda İblis, genel anlamda ise onun temsil ettiği kibir, isyan, azgınlık gibi birtakım kötü nitelikleri kendinde taşıyan insan ve cin türünden birçok varlık ya da vasıf kastedilir ki bunlar da şeytan olarak sembolize edilir. Zaten İblis tek olduğu hâlde şeytanlar şeklinde Kur’an’da birçok yerde ifade edilmesinin sebebi bu olsa gerektir.
Şeytan’ın varlığı Kur’an ve hadislerle kesin olarak sabittir.
“Hani biz meleklere (ve cinlere) ‘Âdem’e secde edin’ demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı, böylece kâfirlerden oldu.”
Ayetten de anlaşıldığı gibi Allah’a itaat ve ibadet edip melekler arasına katılan İblîs, asabiyet duygusuyla hareket edip, kendisinin ateşten Âdem’in ise topraktan yaratıldığını ileri sürerek Allah’ın emrine karşı gelmiştir. Gurur ve kibre kapılıp kâfirlerden olmuştur. Hatasını anlayıp tevbe ederek suçunu affettirme yoluna da gitmeyince, itaatsizliği ve kibri yüzünden Allah’ın lanetine uğrayarak katından kovulmuştur.
“Allah buyurdu: Haydi, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık! Andolsun ki, onlardan kim sana uyarsa, sizin hepinizi cehenneme dolduracağım!”
Allah’ın huzurundan kovulan İblis, kıskançlık ve bencilliğin verdiği düşmanlıkla insanoğluna karşı kıyamete kadar sürecek mücadelesi için Allah’tan süre istemiş ve cezası kıyamete kadar ertelenmiştir. Öyle ki: “Yemin ederim ki, eğer beni kıyamete kadar yaşatırsan, pek azı dışında, onun neslini kendime bağlayacağım!” ayetinde de belirtildiği gibi insanları doğru yoldan saptırıp, kendi yoluna döndüreceğine dair yemin etmiştir. Bu mücadelesinde ilk olarak Hz. Âdem ve eşi Havva’yı yanıltarak hata işlemelerine ve bu sebeple de Cennet’ten çıkarılmalarına sebep olmuştur.
İblis, şeytan’ın özel ismidir. Bu yüzden Şeytan, bir isim değil İblis’te karakter hâline gelmiş ve onun azgınlığını, kibrini ve Allah’ın rahmet inden uzaklaşmasını ifade eden bir sıfattır. Bu anlamda insanlar ve cinlerden aynı vasıfları taşıyanları da Kur’ân şeytan olarak isimlendirmiştir.
“Böylece biz, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. (Bunlar), aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Rabbin dileseydi onu da yapamazlardı. Artık onları uydurdukları şeylerle baş başa bırak.” (En’âm sûresi ,112 . âyet)
Şeytan’ın, insanın baş düşmanı olduğu Kur’an’da birçok ayette belirtilmiştir:
“Allah’ ın size rızık olarak verdiğinden yiyin de Şeytan’ın adımlarına uymayın. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır.”
O insanları aldatmak, şüpheye düşürmek, kötü işleri güzel göstermek, içki, kumar ve fuhuş gibi eylemleri sevdirmek gibi birtakım hile ve tuzaklara başvurur. Allah, Kur’an’da birçok yerde şeytanın bu hile ve tuzaklarına karşı müminleri uyarmıştır.
“Şeytan’ ın hâkimiyeti, sadece onu dost edinenler ve Allah’ a ortak koşanlar üzerindedir.” buyurarak iman edip Allah’a sığınan ve ona tevekkül eden müminler üzerinde onun bir etkisinin olamayacağı haber vermiştir.
Kur’an onun soyundan olsun, insan cinsinden olsun onunla aynı rolü üstlenenleri de “şeytan” olarak nitelemektedir:
“De ki: İnsanların kalplerine vesvese sokan, (insan Allah’ ı andığında) pusuya çekilen cin ve insan şeytanının şerrinden insanların Rabbin’e, insanların Meliki’ne (mutlak sahip ve hâkimine) insanların ilahına sığınırım!”
Şeytan’ın gücü insanın irade ve ahlaki zayıflığıyla doğru orantılıdır. Şeytan, insanın zaaflarından ve nefsanî arzularından faydalanıp onu etkisi altına almaya çalışır. Bunun için de önce ona Allah’ı unutturur.
Allah’ı unutan kişinin, şeytanın hâkimiyeti altına gireceği Kur’an’ da beyan edilmektedir.
Allah Teâlâ eşyayı zıtlarıyla birlikte yaratmıştır ki biri diğerinden ayırt edilebilsin ve aralarındaki fark insanlar tarafından anlaşılabilsin. Şeytan da yaratıkların en temiz ve en şereflilerinden biri olan hak ve hayrı tavsiye eden meleklerin varlığına mukabil (zıt) yaratılmıştır.
Netice olarak kâinat var oldukça hak ile batıl, iyi ile kötünün mücadelesi de devam edecektir. Bu mücadelede iyiliğin destekçisi melek, kötülüğün destekçisi Şeytan olacak, insanın imtihanı ise, iyi ve kötüden oluşan bu mücadelede kendisine verilen irade gücünü kullanarak hayra yönelip meleğin tarafında mı, yoksa şerre yönelip şeytanın tarafında mı olacağına karar vermek olacaktır.
Cin ve şeytanlar