Çocuklara dini öğretmek evvela anne ve babanın sonra yakından başlamak üzere tüm toplumun ilk vazifelerindendir. Okul, arkadaş çevresi, iş hayatı dahil ecele dek sürecek din eğitiminde anne ve babanın vebali asla bitmez. Çünkü terbiye etmek ve hayırlı evlat yetiştirmek ailenin en büyük görevidir.
Çocuklara dini öğretmek
Dinen buluğa ermiş her akıllı ve engelsiz-mazeretsiz kişi dini kural ve kaidelere uymaktan yani Allah’ın sınırlarına riayet etmekten sorumlu ve muktedirdir.
Bu yaştan öncesi ve çok yaşlılık hallerindeki unutkanlık, ifa edememe durumları hariç her Müslüman dinin gereklerini yerine getirmekle yükümlüdür.
Dini kuralların örfler ile karışmaması, yanlış bilgilerin din diye pazarlanmaması, noksanlıklar yaşanmaması ve dinin özünün yakalanabilmesi için dini eğitim şarttır ve gereklidir.
Bu anlamda çocuklar dine yeni girmek durumunda olduğundan önem arz etse de ileriki yaşlardaki dini eğitimi yetersizlerin de ve yanlış bilgilerle donatılmış olanların da eğitimi önem arz eder. Çünkü bilmemek mazeret değildir.
Yüce Allah fıtratta kalplere imanı koyan, kitap ve peygamberleri ile asırlardır doğru yolu tekrar tekrar gösterendir.
Kul hiçbir eğitim almasa da hakikati bulabilecek kabiliyettedir ve tüm dini eğitim ve telkinlere rağmen en son söz sahibi aslen kalbimizdir ki Peygamberimizin müftüler fetva verse de kalbine danış hadisi buna işarettir.
Teknoloji, medeniyet ve bilimin kucağındaki günlük yaşam yazık ki kulun önceliklerini dünya hayatına sevk eder ve din hobi veya sosyal bir aktivite durumunda kalır. Dinin gereklerini bilenler için bile uygulama safhası bu nedenle çoğu zaman emeklilik veya ileriki yaşlara ertelenir. Bu da yazık ki kulları gençken fütursuz ve sorumsuz yaşamaya sevk eder.
Oysa dinen mesul olmanın ne zaman başladığını herkes bilir. Gençlere serbest, orta yaşlılara yasak diye bir kural dinde yoktur. Kur’an’ı istisnaları; iman edenlere ve etmeyenlere, evli ve bekar olanlara, çocuk ve yaşlı olanlara, mahrem ve mahrem olmayanlaradır. Bu ayrımlara köle ve hür, cariye ve diğerleri, erkek ve kadını da koymak mümkündür.
Lakin modern zamana geldiğimizde, köleliğin, cariyeliğin kalmadığını farz ve kabul edersek Kur’an’ın makul ve makul olmayan ayrımlarına ve kaidelerine bu gözle bakmak gerekir.
Sözün kısası dinen ergen olanlar öğrenmiş ve başlamış olmalıdır ki burada bahsedilen sadece ibadet faslı da değildir.
Namazın sevdirilmesi, çocukların Kur’an’a ısındırılması için gerekli eğitimin ehil ellerce verilmesi gayretleri tamamen ibadet faslıyla alakalıdır. Oysa iman ve ahlak faslı için ehil olmaya gerek yoktur. Çünkü her mü’min imanı ve ahlakı tanımak, bilmek, uygulamak ve mahiyetine öğretmekle mükelleftir. Bu mahiyet kavramına aile fertleri, iş çalışanları, cemaat-komşu-ortak-arkadaş-akrabalar dahildir.
Konu çocuklar olunca ise aile büyüklerinin vebali de doğal olarak büyüktür. Salih nesillerin devamı ve iyiliğin yaşama egemen olması Kur’an’ın hedefi olduğundan çocukların kötülüğe bulaşmadan iyilikle tanışması ve iyiliği seçmesi önemlidir ki bu da ailenin göstermesi, uygulaması, teşvik ve telkin etmesi ile mümkündür.

Demek ki bir yanlış vardır ve o yanlış şudur; din önce iman sonra ibadet, amel ve ahlaktır. Tüm bunların doğru adresi ve esas hocası ise Kur’an’dır. Allah kelamı Kur’an her şeyden önce ve defalarca imanı emrederek tüm güzellik ve sapmaların kaynağının bu olduğunu işaret eder. Buradan çıkacak sonuç çocuğa öğretilecek ilk şeyin iman ve Kur’an olduğu gerçeğidir.
Lakin burada en önemli husus çocuğun (ki çoğusu okuryazardır) ilk önce Kur’an’ı kendi diliyle okuması, anlaması ve kendisine sonuçlar çıkararak imana sahip olup, bu imanı güçlendirmesidir.
Bu yapılmaz ise çocuk hurafeler, rivayetler, örfler içindeki dini atalarından geldiği gibi öğrenecek, Arapça Kur’an ile temas etse bile manasına temas edemediği için kör ve sağır bir Müslüman olarak güdük kalacaktır.
Kur’an mealinden, yavaş yavaş ve manasına temas edilerek okunduğunda (hele ki çocuk her seferinde mükâfatlandırılırsa) çocuğun ufku genişleyecek ve sokakta tanıştığı kötülüğün, televizyonda gördüğü aykırılıkların, kendisine yanlış tanıtılmaya çalışanların farkına varacaktır. Asıl sevap olan ve olması gereken budur.
Çocuk sahip olacağı imanını aile ve yakın çevre ortamında güçlendirme imkânı bulduğunda da bir daha kolay kolay yoldan çıkmayacaktır. İşte aile bu güzel örneği yaşamak ve çocuktan da istemekle yükümlüdür.
İbadet faslı elbet imanı güçlendiren hususlardandır ve dinen buluğ olmuş insanın yapması gerekendir. Ama o insan aynı zamanda salih amel işlemek, ahlaklı olmak, değer üretmek ve iyi bir insan olmakla da mükelleftir ve bunları kazanacağı yerde her şeyden önce aile ortamıdır.
Anne baba doğrusunu, tamamını, olması gerekeni bilememe durumundaysa yardım alınacaklar elbette bulunur. Bu bir akraba olabileceği gibi bir komşu veya bir yakında olabilir. Yeter ki çocukta iman filizleri yeşertilebilsin.
Toplumun bugün yaşadığı ızdırabın sebebi işte bu iman ve Kur’an noksanlığıdır.
İnsanları hedef göstererek imansız diye nitelemek günahtır, imanın kimde olduğunu sadece Allah bilir doğrudur ama bu bizim imansızı tarif etmemize engel değildir. Bilakis tarif etmeliyiz ki çocuk iyi-kötü ayırt edebilsin.
Keza çocuk mealini okuduğu Kur’an ile Allah’ın sınırlarını tanıdıkça, sevap ve günah çizgilerini belirledikçe, iyi ve kötü ayırımını daha net yapacak ve ileriki yaşlarda şeytanın maymunu olmayacaktır.
İbadet faslı da aslen aynıdır. Anne babanın namaz kıldığı bir evde muhtemeldir çocukta kılacaktır. Anne babanın her türlü ahlaksızlığı yaşadığı bir ortamda çocuğun etkileneceği de muhakkaktır.
Ahlaklı olmak ise birikimin ve örnek davranışların sonucu ortaya çıkan kardelen çiçeğidir. Bir gecede oluşmaz ve kıymetlidir. Çünkü ahlak içinde imanı, ibadeti, Allah-Peygamber ve Kul sevgisini barındırır. İyilik, güzellik adına olan her şey ahlakın içindedir ve asıl hedef kulun cennetvari ya da başka bir deyişle Peygamberimizin ahlakına uygun yaşamasıdır.
Bu örneklik takke ve tesbih örnekliği değil ahlak ve samimiyet örnekliğidir.
Çocuğa eğitimin her safhasında kötülüğü aşılamaya çalışanlar olacaktır. Aile bu mihrakları fark etmek ve çocuktan uzak tutmak durumundadır. Bu mihraklar kötü bir arkadaş olabileceği gibi dini hafife alan bir aile büyüğü de olabilir. Aile dikkat etmek, uyarmak ve doğrusunu göstermek zorundadır ki en büyük yardımcıları yine Kur’an’ın meselleridir.
Çocuğa yapılacak en büyük kötülük ve aileye en çok vebal yükleyecek olan şey dinin hurafe ve batılla bezenmesine neden olabilecek tehdide sahip anlaşılmadan okunan, dua niyetine okunan Arapça Kur’an’a hapsedilmesidir.
Bu çocuğun dinden ve Allah kelamından bir şey anlamamasına, Kur’an’ı hayatına kılavuz yapamamasına sebep olacağı gibi aynı zamanda da çocuğu bir süre sonra kişilere (Arapça bildiğini sananlara) mahkum edecek ve kaçınılmaz olarak çocuk dinden soğuyacaktır.

Kur’an dini, Kur’an tevhidi, Kur’an hakikatleri ile tanışamayan çocuğun tüm vebali başta ailesine, sonra hocalarına (!) ve sonra yaş durumuna göre kendisinedir. Yüce Rabbimizin dilediği Arapça Kur’an’ı şiir veya mevlid gibi anlamasa da okuyan bir kul güruhu değil, Kur’an ile hedefleneni anlayan ve Kur’an’a göre yaşayan insanlar grubudur ki bunların adı mü’mindir.
Çocuğun mü’min olması arzulanan şey olduğu içinde çocuk imanla, ahlakla, Kur’an’la barışık yaşamalı ve ibadetini de ifa etmelidir. Lakin ibadetin asla imanın önüne geçemeyeceği aile büyüklerince çocuğa mutlaka öğretilmelidir yoksa riya ve gösterişe bulanmış şirk deryasından çocuğun kurtulması mümkün değildir.

Çocuk sadece Allah’a kulluk ve ibadet edeceğini bilmeli, kişileri Rableştirmenin, zulme göz yummanın, Kur’an üstü kitaplar edinmenin, haksız ve haram ile varlık sahibi olmanın şirk ve küfür demek olduğunu, Allah’ın şirki asla affetmeyeceğini bilmelidir.
Şirk’e bulaşan çocuğun vebalinin azı da muhakkak ailesinedir.
Çocuk bu nedenle tevhid yollarını öğrenirken muhakkak şirke götüren yolları da öğrenmelidir. Çünkü tüm yaşam tezatlar üzerine kuruludur. Yaş öğrenilmeden kuru, karanlık öğrenilmeden aydınlık, kötü öğrenilmeden iyi öğrenilemez. Öğrenilse de değeri anlaşılmaz. Cennet yolcuları cehenneme götüren yolları öğrenip sakınmadan Peygamber sancağı altında toplanamazlar.
Çocuğa şirki tanıtan, şeytanın sistemli dini şirkin mahiyetini anlatan, şirkin affedilemeyecek suç olduğunu anlatan Kur’andır. Çocuğun bu bahsedilen tehdidi tanıması da ancak Kur’an’ı anlayacağı dille okuması sayesinde mümkündür. Aileler çocuğu Arapça batağına zorla sokuyor ise günah hepsinedir ve bu Allah’ın dilediği değildir.
Özetle kutsal olan Arapça değil Kur’an’dır. Allah’ın kuluna gönderdiği sayısız kitabı ile dileği kullar o emir ve yasakları tanısın, anlasın ve uygulasın diyedir.
Kur’an en büyük şefaatçidir. Yalnız yine aynı Kur’an kendisini anlamadan okuyanlardan da ahirette şikâyetçi olacaktır ve o kişi doğal olarak şefaatten mahrum kalacaktır. Bu nokta çocuğa mutlaka açıklanmalı ve ısrar edilmelidir.

İmanın büyüklüğü, saflığı Yüce Allah takdirindedir. Lakin ödüllendirilecek olan niyet ve gayrettir.
Bu bizi kaçınılmaz olarak kader bahsine getirir ki akılları en çok karıştıran husus budur.
Cahiliye Arabistan’ının ve özellikle Emevilerin yaptığı en büyük kötülük kaderin değişmez olduğuna insanları inandırmak ve hatta zorlamaktır. Oysa kader bahsi doğrusunu Allah bilir ama biraz farklıdır.
Yüce Allah ezeli ve ebediyi, hatta bunların da öncesini ve sonrasını bilen, gören ve duyandır. O, sonsuz ilmi ve kudreti ile yaşam öncesini de sonrasını da bilendir. O, her kulun, toplumun, ırkın, cemiyetin akıbetini bilendir. Ama O’nun bilmesi buna razı olacağı manasına gelmez ya da başka bir deyişle O her an bizim alınyazımıza müdahale etme hakkına veya şefaat ederek niyet ve gayretimizi ödüllendirme hakkına sahiptir.
Kader yaşanmamış akıbetimizin değişmez olduğunda ısrar ederse bu Yüce Rabbimizi kadere mahkum etmek anlamına gelir ki böyle bir şey düşünülemez.
Kişi fıtratında ne yazılmış olursa olsun, doğru yolu arayıp bulduğu ve o yolda yürümeye gayretli olduğu müddetçe şefaate de inşallah aday olandır. Tevbeler, dualar, niyaz ve teşbihler bu yüzdendir. Değişmez bir kader için, insan denilen varlığın kurulu bir saat gibi çalışması için akıllı, ruhlu, şuurlu yaratılmasının manası var mıdır?
Yüce Allah kulun cüzi iradesine değer veren, seçme hakkı tanıyandır. O dileyene dilediğini verir. Dileyenin azmasına, dileyenin hidayete ulaşmasına yardım eder. Allah zulmetmez ama insan zulmeder.
Ahiret vardır ve haktır. Ölüm de yaşamak gibi haktır. Ölümden sonrası ise hesap ve mahkeme zamanıdır. Bu hesap ve mizan sonrası yaşanacak olan alem ise ödül veya ceza alemidir ki cennet ve cehennem olarak adlandırılır.
İşte çocuk cennetvari yaşama yakışır has, temiz, samimi, dürüst bir karaktere sahip, tevazuya değer veren, yardımlaşma hissi yüksek, haramdan uzak, hak yemeyen, zulmetmeyen bir karakterde yetiştirilmelidir ki ailenin vebali sevaba dönüşebilsin.
Aile çocuğa ömrü boyunca yardımcı ve destek olmakla mükellef olsa da asli sorumluluğu ergenlik yaşına kadar had safhadadır. Bu yüzden aile çocuğa iman, ihlas, tevhid, hidayet ve hikmet tohumlarının küçük yaşlarda atmalı, bunları nasip etmesi için Rabbine dua etmelidir.
Bütün mülkün ve kudretin sahibi sadece ve sadece Allah’tır. O, imanı da hidayeti de dilediğine verir. O, nefisleri temizleyen, ruh ve bedenleri terbiye eden malikimiz, velimizdir.

Kısaca özetlersek;
Aile Kur’an’ın ışığında çocuğu dine ısındırmak, öğretmek, sevdirmek, güzel yaşatarak örnek olmak zorundadır. İbadet, ahlak, salih amel aşıları iman aşısından sonra yapılmak zorundadır ki iman tevhidin bel kemiğidir.
İman, çocuğu şeytandan koruyacak, hayatına çeki düzen verecek, zalime köle yapmayacak olandır.
Çocuk için yazılan yukarıdaki bahisler büyüklere de küpe olmak zorundadır. Çünkü bilmeyen ve yanlış bilenin ahirette mazereti olmayacaktır ve bu kesim muhtemelen şirke bulaşmış halde yaşam sürmektedir.

Yoksa din anlaşılmadan okunan Kur’an ile, başkalarına muhtaç olunan ibadet ile öğrenilemez. En basitinden sadece cuma namazının farz rekatları dışındakilerin camide kılınmak zorunda olmadığını bilmek bile uyanmanın ilk adımıdır.
Çocuk, farzı, sünneti, vacibi, mübahı, haram ve helali öğrenmek zorundadır. Dahası farzlar dururken diğerlerine yönelmek söz gelimi kaza namazlar dururken nafile namazlara yönelmek uygun değildir.
Riya ve gösteriş, kibir ve büyüklenme, aşağılama ve zulmetme dinde olmayan şeylerdir. Bunları yapanlar zaten Müslüman olamaz. Çocuk bu ayrımı aileden öğrenmelidir.
Çocuk aynı zamanda münafığın karakterini, kafirin tanımını, müşrik illetini tanımalıdır ki namazda camide toplanan her kesi mü’min sanmasın!
Her şeyin başında da çocuk Fatiha ile Allah’a verdiğimiz söze sadık yetişmeli, yetiştirilmelidir. Bu sadece ve sadece
Allah’a kulluk etmenin sözüdür. Menfaat, çıkar, para, mevki için başkalarına el açan, onların zulmüne boyun eğen, onların helal ve haramlarına aynen riayet ederek şirke batanlar, aza tamah etmeyip azanlar kişileri rableştirmiş, Allah’a şirk koşmuş olurlar ki bu şirk affedilmeyecek belki de tek suçtur.
Çocuk dindar, aydın dindar, bilgili dindar, aklını ve kalbini kullanan merhametli ve vicdan sahibi dindar olmalıdır. Çocuk gösteriş ve ikiyüzlülükten uzak dini has ve samimi yaşamalı sadece Allah’a özgülemelidir.
Bunların filizlerini çocukta yeşertmek te ailenin görevidir. Yapabilen sevabını yapamayan veya yapmayan vebaline katlanır.
Çocuğa düşen de üzerine belli yaşa kadar titreyen ve doğruyu öğretmeye gayret eden ailesini takiben ve reşit olduğu andan itibaren sorumluluğunun bilincinde olmak ve imanını güçlendirerek mü’min olmaya çalışmaktır.
Çünkü mü’min günah işlemeyen değil, günah işlediği anda derhal tevbe kapısına sığınandır.
Şefaat Allah’ındır ve Allah inşallah niyet ve gayretleri de ödüllendirecek, iman sahiplerine ateşleri haram kılacak olandır.
Rabbim bizleri affetsin.
Rabbim bizlere salih evlatlar yetiştirebilmeyi nasip etsin.
Rabbim evlatlarımızı zalime boyun eğmeyen, Kur’an ehli, iman ehli, salih kullarından eylesin.
Rabbim bizi ve evlatlarımızı şeytanın şerrinden, vesvesesinden muhafaza eylesin.
Amin!
Çocuklara dini öğretmek