Anasayfa / DİNİMİZ İSLAM / Dinimizi bilmiyoruz!
imanilmihali.com
Allah (cc)

Dinimizi bilmiyoruz!

Dinimizi bilmiyoruz!

Biz, Allah’ın boyasıyla boyanmışızdır. Boyası Allah’ınkinden daha güzel olan kimdir? Biz ona ibadet edenleriz” (deyin). (Bakara 2/138)

DİNİMİZİ BİLMİYORUZ!

İslamiyet dinimizin, Müslüman bu dine tabi olan, iman ederek Allah’a teslim olmuşların adıdır. Rabbimiz Allah, kitabımız Kur’an, Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v)’dir.

Şüphesiz Allah katında din İslâm’dır… (Al-i İmran 3/19)

…Bugün kâfirler dininizden (onu yok etmekten) ümitlerini kestiler. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün sizin için dininizi kemale erdirdim. Size nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim… (Maide 5/3)

Allah’ın yardımı ve fetih (Mekke fethi) geldiğinde ve insanların bölük bölük Allah’ın dinine girdiğini gördüğünde, Rabbine hamd ederek tespihte bulun ve O’ndan bağışlama dile. Çünkü O, tövbeleri çok kabul edendir. (Nasr 110/1-3)

Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır. (Al-i İmran 3/85)

Göklerdeki ve yerdeki herkes ister istemez O’na boyun eğmişken ve O’na döndürülüp götürülecekken onlar Allah’ın dininden başkasını mı arıyorlar? (Al-i İmran 3/83)

Şüphesiz bu (İslâm), tek ümmet (din) olarak sizin ümmetiniz (dininiz)dir. Ben de Rabbinizim. Onun için sadece bana kulluk edin. (Enbiya 21/92)

Şüphesiz bu (İslâm), tek bir din olarak sizin dininizdir. Ben de Rabbinizim. Öyle ise bana karşı gelmekten sakının. (Mü’minun 23/52)

Hak din sadece ve sadece İslam’dır. İslam evrensel, son, eşitlikçi, hak ve adaleti esas alan, üstün ve bağdaştırıcı olandır. Kıyamete kadar değişmeyecek ve başka din gelmeyecektir. İslam gelmiş geçmiş dinlerin özü, birleştiricisi, son şekli ve geçerli olanıdır. İslâm evrensel bir dindir ve çağlar üstü geçerliliğe sahiptir.

Ey iman edenler, rükû edin, secde edin, Rabbinize kulluk edin ve hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz. Allah uğrunda hakkıyla cihad edin. O, sizi seçti ve dinde üzerinize hiçbir güçlük yüklemedi. Babanız İbrahim’in dinine uyun. Allah, sizi hem daha önce, hem de bu Kur’an’da Müslüman diye isimlendirdi ki, Peygamber size şahit (ve örnek) olsun, siz de insanlara şahit (ve örnek) olasınız. Artık namazı dosdoğru kılın, zekâtı verin ve Allah’a sarılın. O, sizin sahibinizdir. O, ne güzel sahip, ne güzel yardımcıdır! (Hac 22/77,78)

Bütün ilâhî dinlerin temelde birdir ve ortak adları İslâm’dır. Nitekim Kur’an’ın birçok yerinde Hz. İbrahim, Müslüman diye nitelenmektedir.

Kendini bilmeyenden başka İbrahim’in dininden kim yüz çevirir? Andolsun, biz İbrahim’i bu dünyada seçkin kıldık. Şüphesiz o ahirette de iyilerdendir. Rabbi ona “Teslim ol” dediğinde, “Âlemlerin Rabbine teslim oldum” demişti. İbrahim, bunu kendi oğullarına da vasiyet etti, Yakub da öyle: “Oğullarım! Allah, sizin için bu dini (İslâm’ı) seçti. Siz de ancak Müslümanlar olarak ölün” dedi. (Bakara 2/130-132)

Kimin dini, iyilik yaparak kendini Allah’a teslim eden ve hakka yönelen İbrahim’in dinine tabi olan kimsenin dininden daha güzeldir? Allah, İbrahim’i dost edindi. (Nisa 4/125)

De ki: “Şüphesiz Rabbim beni doğru bir yola, dosdoğru bir dine, Hakk’a yönelen İbrahim’in dinine iletti. O, Allah’a ortak koşanlardan değildi.” Ey Muhammed! De ki: “Şüphesiz benim namazım da, diğer ibadetlerim de, yaşamam da, ölümüm de âlemlerin Rabbi Allah içindir.” (En’am 6/161,162)

Artık bundan sonra Allah’a karşı kim yalan uydurursa, işte onlar zalimlerin ta kendileridir. De ki: “Allah, doğru söylemiştir. Öyle ise hakka yönelen İbrahim’in dinine uyun. O, Allah’a ortak koşanlardan değildi.” (Al-i İmran 3/94,95)

Şüphesiz İbrahim, Allah’a itaat eden, hakka yönelen bir önder idi. Allah’a ortak koşanlardan değildi. O’nun nimetlerine şükreden bir önderdi. Allah, onu seçmiş ve doğru yola iletmişti. Ona dünyada iyilik verdik. Şüphesiz o, ahirette de salihlerdendir. Sonra da sana, “Hakka yönelen İbrahim’in dinine uy. O, Allah’a ortak koşanlardan değildi” diye vahyettik. (Nahl 16/120-123)

Yûsuf dedi ki: “Sizin yiyeceğiniz yemek size gelmeden önce, onun ne olduğunu bildiririm. Bu, bana Rabbimin öğrettiklerindendir. Ben, Allah’a inanmayan ve ahireti inkâr eden bir milletin dinini bıraktım. Atalarım İbrahim, İshak ve Yakub’un dinine uydum. Bizim, Allah’a herhangi bir şeyi ortak koşmamız (söz konusu) olamaz. Bu, bize ve insanlara Allah’ın bir lütfudur, fakat insanların çoğu şükretmezler.” (Yusuf 12/37,38)

İslâmiyet, kendinden önceki dinlerin hükmünü kaldırmıştır. Bu itibarla, hangi dine mensup bulunursa bulunsun, tüm insanlar İslâm’a girmekle yükümlüdürler. İslâm gelmeden önceki semavî dinlere mensup olanlardan Allah’a ve ahirete inanıp iyi işler yapanlar, tıpkı İslamiyet’te olduğu gibi, kurtuluşa ermişlerdir. Bu, genel bir kuraldır. İslâmiyet geldikten sonra, İslâm’ı kabul etmeden, kendi ölçüleri içinde “Allah’a ve ahirete inanıp, iyi işler yapmak” kişiyi kurtuluşa erdirmez.

De ki: “Ey insanlar, eğer benim dinimden herhangi bir şüphede iseniz, bilin ki ben, Allah’ı bırakıp da sizin taptıklarınıza tapmam, fakat sizin canınızı alacak olan Allah’a kulluk ederim. Bana mü’minlerden olmam emrolundu.” (Yunus 10/104)

O, Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderendir. (Allah) o hak dini bütün dinlere üstün kılmak için (böyle yaptı). Şahit olarak Allah yeter. (Fetih 48/28)

Müslüman Allah’a-birliğine-kudret ve ilmine, Kutsal kitaplara, tüm Peygamberlere, meleklere, kadere-kazaya, ahirete-mizana-hesaba iman edendir.

Mezhebi, cemaat veya tarikatı ne olursa olsun aynı Rabbe, Kur’an’a, Peygambere iman edenler kardeştir. Kimin imanının daha fazla olduğunu sadece Yüce Allah bilir çünkü takva yani Allah’ın koyduğu yasaklardan sakınma, dünyada insanlar arası değil Allah katında kullar arası bir üstünlük derecesidir.

Ey peygamberler! Temiz şeylerden yiyiniz ve iyi ameller işleyiniz. Doğrusu ben, sizin yaptığınız şeyleri tamamen bilirim. Şüphesiz bu (İslâm), tek bir din olarak sizin dininizdir. Ben de Rabbinizim. Öyle ise bana karşı gelmekten sakının. (İnsanlar ise, din) işlerini kendi aralarında parça parça ettiler. Her grup kendinde bulunan ile sevinmektedir. Ey Muhammed! Sen onları bir zamana kadar, gaflet ve şaşkınlıklarıyla baş başa bırak! (Mü’minun 23/51-54)

Din sadece ve sadece Yüce Allah’a hastır.

(Ey Muhammed!) Şüphesiz biz o Kitab’ı sana hak olarak indirdik. Öyle ise sen de dini Allah’a has kılarak O’na kulluk et. (Zümer 39/2)

De ki: “Rabbim adaleti emretti. Her secde yerinde yüzlerinizi (O’na) doğrultun. Dini Allah’a has kılarak O’na ibadet edin. Sizi başlangıçta yarattığı gibi (yine O’na) döneceksiniz.” (A’raf 7/29)

(Ey Muhammed!) Bizim adımıza de ki: “Ey iman eden kullarım! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Bu dünyada iyilik yapanlar için (ahirette) bir iyilik vardır. Allah’ın yeryüzü geniştir. Sabredenlere mükâfatları elbette hesapsız olarak verilir.” De ki: “Şüphesiz bana, dini Allah’a has kılarak O’na ibadet etmem emredildi. Bana, Müslümanların ilki olmam da emredildi.” De ki: “Eğer ben Rabbime isyan edersem, şüphesiz büyük bir günün azabından korkarım.” De ki: “Ben dinimi Allah’a has kılarak sadece O’na ibadet ediyorum. Siz de Allah’tan başka dilediğiniz şeylere ibadet edin!” De ki: “Şüphesiz hüsrana uğrayanlar, kıyamet gününde kendilerini ve ailelerini hüsrana sokanlardır. İyi bilin ki bu, apaçık hüsranın ta kendisidir.” (Zümer 39/10-15)

O, sizi karada ve denizde gezdirip dolaştırandır. Öyle ki gemilerle denize açıldığınız ve gemilerinizin içindekilerle birlikte uygun bir rüzgârla seyrettiği, yolcuların da bununla sevindikleri bir sırada ona şiddetli bir fırtına gelip çatar ve her taraftan dalgalar onlara hücum eder de çepeçevre kuşatıldıklarını (batıp boğulacaklarını) anlayınca dini Allah’a has kılarak “Andolsun, eğer bizi bundan kurtarırsan, mutlaka şükredenlerden olacağız” diye Allah’a yalvarırlar. Fakat onları kurtarınca, bir de bakarsın ki yeryüzünde haksız yere taşkınlık yapıyorlar. Ey İnsanlar! Sizin taşkınlığınız, sırf kendi aleyhinizedir. (Bununla) sadece dünya hayatının yararını elde edersiniz. Sonunda dönüşünüz bizedir. (Biz de) bütün yaptıklarınızı size haber vereceğiz. (Yunus 10/22,23)

Gemiye bindikleri zaman dini Allah’a has kılarak O’na dua ederler. Onları kurtarıp karaya çıkardığı zaman ise bir de bakarsın ki, Allah’a ortak koşuyorlar.(Ankebut 29/65)

Onları, (denizde) bir dalga gölgelikler gibi kapladığında, dini Allah’a has kılarak O’na yalvarırlar. Allah, onları kurtarıp karaya çıkarınca, onlardan bir kısmı orta yolu tutar. Bizim âyetlerimizi ise ancak son derece kaypak, son derece nankör olanlar inkâr eder. (Lokman 31/32)

Müslüman olmak övünülecek bir şey değil Yüce Allah’ın bize lütfudur.

…Size selâm veren kimseye, dünya hayatının geçici menfaatine (ganimete) göz dikerek, “Sen mü’min değilsin” demeyin. Allah katında pek çok ganimetler vardır. Daha önce siz de öyle idiniz de Allah size lütufta bulundu (Müslüman oldunuz). Onun için iyice araştırın. Çünkü Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. (Nisa 4/94)

Yüce Allah’ın dini şefkat ve merhamet dinidir. Herkes gücü ve kabiliyeti oranında sorumludur.

Allah, bir kimseyi ancak gücünün yettiği şeyle yükümlü kılar. Onun kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır. (Şöyle diyerek dua ediniz): “Ey Rabbimiz! Unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Ey Rabbimiz! Bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme. Ey Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim Mevlâmızsın. Kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.” (Bakara 2/286)

Dinde zorlama yoktur. Din, inanç esaslarını ve buna bağlı olarak yaşanan hayat tarzını ifade eder. Buna göre İslâm, iman ve hayat tarzı olarak hiç kimseye zorla kabul ettirilemez.

Seninle tartışmaya girişirlerse, de ki: “Ben, bana uyanlarla birlikte kendi özümü Allah’a teslim ettim.” Kendilerine kitap verilenlere ve ümmîlere de ki: “Siz de İslâm’ı kabul ettiniz mi?” Eğer İslâm’a girerlerse hidayete ermiş olurlar. Yok, eğer yüz çevirirlerse sana düşen şey ancak tebliğ etmektir. Allah, kullarını hakkıyla görendir. (Al-i İmran 3/20)

De ki: “Ey Kâfirler! Ben sizin kulluk ettiklerinize kulluk etmem. Siz de benim kulluk ettiğime kulluk edecek değilsiniz. Ben sizin kulluk ettiklerinize kulluk edecek değilim. Siz de benim kulluk ettiğime kulluk edecek değilsiniz. Sizin dininiz size, benim dinim de banadır.” (Kafirun 109/1-6)

Dinimiz fani olan Hz. Peygamberimiz (s.a.v) sünnetinde hayat bulmuş ve örnek kişilik, cesaret, sabır, sebat, akıl ve ahlakıyla cihana yayılmıştır.

Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse gerisingeriye (eski dininize) mi döneceksiniz? Kim gerisingeriye dönerse, Allah’a hiçbir zarar veremez. Allah, şükredenleri mükâfatlandıracaktır. (Al-i İmran 3/144)

İmanı Allah dilediğine, dilediği kadar verir.

Allah, her kimi doğruya erdirmek isterse, onun göğsünü İslâm’a açar. Kimi de saptırmak isterse, onun da göğsünü göğe çıkıyormuşçasına daraltır, sıkar. Allah, inanmayanlara azap (ve sıkıntıyı) işte böyle verir. Bu, Rabbinin dosdoğru yoludur. Şüphesiz düşünüp öğüt alacak bir toplum için âyetleri ayrı ayrı açıkladık. (En’am 6/125,126)

Allah’ın, göğsünü İslâm’a açtığı, böylece Rabbinden bir nur üzere bulunan kimse, kalbi imana kapalı kimse gibi midir? Allah’ın zikrine karşı kalpleri katı olanların vay hâline! İşte onlar açık bir sapıklık içindedirler. (Zümer 39/22)

“Dini dosdoğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin!” diye Nûh’a emrettiğini, sana vahyettiğini, İbrâhim’e, Mûsâ’ya ve İsâ’ya emrettiğini size de din kıldı. Fakat senin kendilerini çağırdığın şey (İslâm dini), Allah’a ortak koşanlara ağır geldi. Allah, ona dilediğini seçer. İçtenlikle kendine yönelenleri de ona ulaştırır. Onlar, kendilerine bilgi geldikten sonra, aralarındaki kıskançlık yüzünden ayrılığa düştüler. Eğer (azabın) belli bir süreye kadar (ertelenmesi ile ilgili olarak) Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı, aralarında hemen hüküm verilirdi. Onlardan sonra Kitab’a mirasçı kılınanlar da, onun hakkında derin bir şüphe içindedirler. (Şura 42/13,14)

Bilin ki, aranızda Allah’ın elçisi bulunmaktadır. Eğer o, birçok işlerde size uysaydı, sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah, size imanı sevdirmiş ve onu gönüllerinize güzel göstermiş; inkârı, fasıklığı ve (İslâm’ın emirlerine) karşı çıkmayı da çirkin göstermiştir. İşte bunlar doğru yolda olanların ta kendileridir. (Hucurat 49/7)

Bedevîler “İman ettik” dediler. De ki: “İman etmediniz. (Öyle ise, “iman ettik” demeyin.) “Fakat boyun eğdik” (“Fakat İslâm’a girdik”) deyin. Henüz iman kalplerinize girmedi. Eğer Allah’a ve Peygamberine itaat ederseniz, yaptıklarınızdan hiçbir şeyi eksiltmez. Allah, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.” İman edenler ancak, Allah’a ve Peygamberine inanan, sonra şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerdir. İşte onlar doğru kimselerin ta kendileridir. (Ey Muhammed!) De ki: “Siz Allah’a dininizi mi öğretiyorsunuz? Oysa Allah, göklerdeki ve yerdeki her şeyi bilir. Allah, her şeyi hakkıyla bilendir.” (Hucurat 49/14-16)

Allah kendisine itikat edip teslim olanlara, salih amel işleyip can ve mallarını hayır işlerinde harcayanlara, dinin gereklerini yerine getirene, doğruluk ve adaletten sapmayanlara yardım eder.

…Şüphesiz ki Allah, kendi dinine yardım edene mutlaka yardım eder. Şüphesiz ki Allah, çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir. (Hac 22/40)

Ey iman edenler! Eğer siz Allah’a yardım ederseniz (emrini tutar, dinini uygularsanız), O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır. (Muhammed 47/7)

Dinden dönmek, Hak’tan batıla çevirmek yapılabilecek en büyük nankörlük ve yanlıştır.

Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, (bilin ki) Allah onların yerine öyle bir topluluk getirir ki, Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler. Onlar mü’minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı güçlü ve onurludurlar. Allah yolunda cihad ederler. (Bu yolda) hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. İşte bu, Allah’ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir. (Maide 5/54)

Şirk; Allah’a her ne maksat ve şekilde olursa olsun eş, benzer, yardımcı, evlat ve ortaklar yakıştırmak, Allah’tan başka kişi, varlık ve nesneleri sözle veya hareketlerle isteyerek veya istemeden ilahlaştırmaktır.

Yoksa, Allah’ın izin vermediği bir dini kendilerine tutulacak yol kılan ortakları mı var? Eğer (cezaların ertelenmesine dair) kesin hükmü olmasaydı, derhal aralarında hüküm verilirdi. Şüphesiz, zalimler için elem dolu bir azap vardır.(Şura 42/21)

İslâm’a göre insanın sahip olduğu her şey, Allah’ın insana emanetidir. Bu genel İslâmî anlayış çerçevesinde sahip olunan mallar da gerçekte Allah’ındır ve yerli yerince kullanılması gerekir.

Allah’a ve Resûlüne iman edin ve sizi üzerinde tasarrufa yetkili kıldığı maldan, (Allah yolunda) harcayın. İçinizden iman edip de (Allah yolunda) harcayanlar var ya; onlar için büyük bir mükâfat vardır. (Hadid 57/7)

İslamiyet akıl dinidir. Akla ve dine uygun her şey doğru ve geçerli olandır.

Hz. Peygambere karşı çıkanlar, “Seni reddediyoruz, inkâr ediyoruz, ama bize hiçbir şey olmuyor. Gerçekten peygamber olsaydın, başımıza taş yağardı. Hadi hemen böyle bir azap gelsin de görelim,” diyorlardı. İslâm’ın ilim ve akıl yoluyla ikna etme prensibini temel ilke olarak aldığını, zorlama ve kaba kuvvete dayanmadığını bilmiyorlardı. Zaten böyle bir azabı istemek, Peygamber’in âlemlere rahmet oluşu ile bağdaşmazdı.

Kadınları boşadığınız ve onlar da bekleme sürelerini bitirdikleri zaman kendi aralarında aklın ve dinin gereklerine uygun olarak güzellikle anlaştıkları takdirde, eşleriyle (yeniden) evlenmelerine engel olmayın. Bununla içinizden Allah’a ve ahiret gününe iman edenlere öğüt verilmektedir. Bu, sizin için daha hayırlı ve daha temizdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz. (Bakara 2/232)

Yetimleri deneyin. Evlenme çağına (buluğa) erdiklerinde, eğer reşid olduklarını görürseniz, mallarını kendilerine verin. Büyüyecekler (ve mallarını geri alacaklar) diye israf ederek ve aceleye getirerek mallarını yemeyin. (Velilerden) kim zengin ise (yetim malından yemeğe) tenezzül etmesin. Kim de fakir ise, aklın ve dinin gereklerine uygun bir biçimde (hizmetinin karşılığı kadar) yesin. Mallarını kendilerine geri verdiğiniz zaman da yanlarında şahit bulundurun. Hesap görücü olarak Allah yeter. (Nisa 4/6)

İslamiyet eşitliği ve çağdaş yaşamı hedef alan çağdaş bir dindir. Erkek ve kadın kul anlamında eşitken fiziki yeterlilik gibi nedenlerle aralarında fark vardır.

Erkekler, kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar. Çünkü Allah, insanların kimini kiminden üstün kılmıştır. Bir de erkekler kendi mallarından harcamakta (ve ailenin geçimini sağlamakta)dırlar. İyi kadınlar, itaatkârdırlar. Allah’ın (kendilerini) koruması sayesinde onlar da “gayb”ı (eşinden uzakta bulunan erkeğin namusu, malı ve her türlü hakkı) korurlar.

Evlilik yükümlülüklerini reddederek) başkaldırdıklarını gördüğünüz kadınlara öğüt verin, onları yataklarında yalnız bırakın. (Bunlar fayda vermez de mecbur kalırsanız) onları (hafifçe) dövün. Eğer itaat ederlerse, artık onların aleyhine başka bir yol aramayın. Şüphesiz Allah, çok yücedir, çok büyüktür. (Nisa 4/34)

Erkeklere, koruyup kollama görevinin verilmiş olması, iki cins arasında bir eşitsizlik gözetilmiş olmasından değil; erkeklerin güç, kuvvet ve fizikî oluşum bakımından farklı bir yapıya sahip bulunmalarındandır. Bu durum kadını erkekten aşağı bir konuma düşürmez. Buna karşılık erkeklere, ailenin geçimini ve yönetimini sağlamak gibi ağır bir sorumluluk yükler.

Mü’minler için en güzel örnek Hz. Muhammed Aleyhisselâmdır. Kesin olarak biliyoruz ki o ömründe bir defa olsun elini kaldırıp bir kadına vurmamıştır. “Kadınlarını dövenleriniz iyileriniz değildir” buyuran da odur, “İçinizden biri, karısını köle döver gibi dövüp sonra da gece onunla yatabilir mi?” diyerek karı koca ilişkilerinin sevgiye dayanması gerektiğine dikkat çeken de odur. Bilindiği gibi Peygamber Efendimiz Veda Hutbesi’nde, çok can alıcı konulara temas etmiştir. Bu hutbesinde kadınların haklarının gözetilmesini ve bu konuda Allah’tan korkulmasını özellikle vurgulamıştır. Kadının, evlilik sorumluluklarını yerine getirmemek, kocanın haklarını ihlal etmek, onun şahsiyet ve vakarını zedeleyici tavırlar sergilemek veya iffet ve namusunu tehlikeye sürükleyebilecek durumlara meyletmek gibi olumsuz davranışlara girmesi hâlinde, aile yuvasının devamını sağlamaktan birinci derecede sorumlu olan kocanın, içine düştüğü mecburiyetten dolayı bazı tedbirlere başvurması tabiidir. Bu tedbirler, zaman, mekân ve sosyal şartlara göre farklılık gösterebilir. Âyette son seçenek olarak zikredilen darp meselesi de çok istisnaî bir tedbirdir. Böyle bir tedbirin fayda getirmeyeceği, tam tersine zarar getireceği bilinen durumlarda, İslâm bilginleri, kesinlikle bu seçeneğe başvurulmaması konusunda ittifak hâlindedirler.

İslâm’dan önce Araplar arasında kişi, kocası ölen dul kadına mal gibi varis olurdu. Kadın, mal, eşya gibi rızasına bakılmaksızın alınıp satılırdı. İslamiyet, bu haksız tasarrufu yasaklayıp kadına lâyık olduğu hakkı ve hürriyeti teslim etmiştir.

İnsanları Allah yolundan alıkoyanlar zalimlerin ta kendileridir. Zulmetmek öldürmekten beterdir.

Allah’ın kendilerine gazap ettiği bir topluluğu dost edinenleri görmez misin? Onlar ne sizdendirler, ne de onlardan. Onlar bile bile yalan yere yemin ederler. Allah, onlara çetin bir azap hazırlamıştır. Gerçekten onların yaptıkları şey ne kötüdür! Onlar yeminlerini kalkan yapıp (insanları) Allah’ın dininden alıkoydular. Bunun için onlara alçaltıcı bir azap vardır. (Mücadele 58/14-16)

Kim, İslâm’a davet olunduğu hâlde, Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalimdir? Allah, zalimler topluluğunu hidayete erdirmez. (Saff 61/7)

Zalim ve kafirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır. Onlar ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Hâlbuki kâfirler istemeseler de Allah nurunu tamamlayacaktır. O, kendisine ortak koşanlar hoşlanmasa da, dinini bütün dinlere üstün kılmak için peygamberini hidayet ve hak din ile gönderendir. (Saff 61/8,9)

Allah’ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Oysa kâfirler hoşlanmasalar da Allah, nurunu tamamlamaktan başka bir şeye razı olmaz. O, Allah’a ortak koşanlar hoşlanmasalar bile dinini, bütün dinlere üstün kılmak için, peygamberini hidayetle ve hak dinle gönderendir. (Tevbe 9/32,33)

İslâm’da zaruretler mahzurları ortadan kaldırır. Bir haramı helâl saymamak ve haddi aşmamak kaydıyla bazen zaruret miktarınca, yasak bir iş işlenebilir.

Kısas, aynıyla karşılık vermek demektir. İslâm hukukunda ise, kasten ve haksız yere bir kimsenin canına kıyma ya da bedenine veya uzvuna zarar verme suçlarını işleyen kimselerin, verdikleri zararın aynıyla cezalandırılmaları demektir. Kısas, “cana can” kuralını ifade etmektedir. Mâide sûresinin 45. âyeti, kısasa tabi suçları topluca belirtmektedir. İlgili şahsın vazgeçmesi hâlinde, kısas diyete dönüşür.

Haram ay, saygı duyulması gereken bir zaman dilimi olduğu için savaşın yasak olduğu ay demektir. Haram aylar, Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep olmak üzere dörttür. İslâm’da haram ay uygulaması kaldırılmıştır.

İslâm dininde çok evlilik kural değil, gerektiğinde başvurulacak istisnaî bir durumdur.

Muta nikahı haramdır. Müt’a, yararlandırmak ve yararlanılan şey demektir. Terim olarak ise mehir belirlenmeksizin kıyılan nikâhtan sonra, cinsel ilişki ve “halvet”te bulunmadan boşanan kadına, boşayan tarafından verilmesi gereken, giyim eşyası, mal, ya da bunların karşılığıdır. Müt’anın miktarını, bununla yükümlü kimsenin malî durumu belirler.

Kendilerine el sürmeden ya da mehir belirlemeden kadınları boşarsanız size bir günah yoktur. (Bu durumda) -eli geniş olan gücüne göre, eli dar olan da gücüne göre olmak üzere- onlara, aklın ve dinin gereklerine uygun olarak müt’a verin. Bu, iyilik yapanlar üzerinde bir borçtur. (Bakara 2/236)

Haram ve helal sınırlarını belirlemek sadece Allah’a mahsustur. Dilleriniz yalana alışageldiğinden dolayı, Allah’a karşı yalan uydurmak için, “Şu helâldir”, “Şu haramdır” demeyin. Şüphesiz, Allah’a karşı yalan uyduranlar, kurtuluşa eremezler. (Nahl 16/116)

Allah’ın dininin uygulanmasında tereddüt göstermek, acımak yanlış olandır.

Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun. Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah’ın dini(nin koymuş olduğu hükmü uygulama) konusunda onlara acıyacağınız tutmasın. Mü’minlerden bir topluluk da onların cezalandırılmasına şahit olsun. (Nur 24/2)

İftira, yalan, gerçeği saklamak, haset, kin, açık aramak, gıybet ve dedikodu Müslümana yakışmayandır.

O ağır iftirayı uyduranlar, sizin içinizden bir güruhtur. Bu iftirayı kendiniz için kötü bir şey sanmayın. Aksine o sizin için bir hayırdır. Onlardan her biri için, işledikleri günahın cezası vardır. İçlerinden (elebaşılık ederek) o günahın büyüğünü üstlenen için ise ağır bir azap vardır. (Nur 24/11)

Ey iman edenler! Zannın birçoğundan sakının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurlarını ve mahremiyetlerini araştırmayın. Birbirinizin gıybetini yapmayın. Herhangi biriniz ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz! Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah tövbeyi çok kabul edendir, çok merhamet edendir. (Hucurat 49/12)

Dinin en büyük düşmanı nefis ve şeytandır. Nefis kulun kendi istek ve arzuları, şeytan insan veya cinlerden olsun batıl, sahte, hak olmayan, kötülüğü emreden, Allah yolundan çevirmeye çalışan İblis ve soyunun izinden gidenlerin tümünün adıdır.

Ey iman edenler! Hepiniz topluca barış ve güvenliğe (İslâm’a) girin. Şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır. (Bakara 2/208)

Andolsun, sizi yarattık. Sonra size şekil verdik. Sonra da meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” dedik. İblis’ten başka hepsi saygı ile eğildiler. O, saygı ile eğilenlerden olmadı. Allah, “Sana emrettiğim zaman seni saygı ile eğilmekten ne alıkoydu?” dedi. (O da) “Ben ondan hayırlıyım. Çünkü beni ateşten yarattın. Onu ise çamurdan yarattın” dedi. Allah, “Şimdi in aşağı oradan. Çünkü senin orada büyüklük taslamak haddine değil! Hemen çık! Çünkü sen aşağılıklardansın” dedi. Şeytan dedi ki: “(Öyle ise) bana insanların tekrar diriltilecekleri güne kadar süre ver.” Allah da, “Sen süre verilenlerdensin” dedi. Şeytan dedi ki: “(Öyle ise) beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onları saptırmak için senin dosdoğru yolunun üzerinde elbette oturacağım. Sonra (pusu kurup) onlara önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım ve sen onların çoğunu şükreden (kimse)ler bulamayacaksın.” Allah, dedi ki: “Yerilmiş ve kovulmuş olarak çık oradan. Andolsun, onlardan sana kim uyarsa sizin, hepinizi cehenneme doldururum.” (A’raf 7/11-18)

Kötülük, haksızlık ve zalimlikler, günah ve haramlar; nefisten, şeytandan, zayıf imandan, haddi aşmaktan, dini bilmemekten, Kur’an’ı anlamadığı dille okumaktan kaynaklanır. (Oysa dini bilmek ve en az bir kere kendi dilinde okumak her Müslümana farzdır.)

Kâfir, müşrik, riyakâr ve münafıklar Allah’ın dinini reddeden, alaya alan, saklayan, değiştiren, mü’minleri kendi yanlarına çekmeye çalışan, Allah’tan başka ilah ve yardımcılar edinen, şirk batağına batmış, karanlık ve dikenli yollara sapmışlar olanlardır.

İnsan, Allah’ı tanıyacak, iman ve İslâmla bağdaşacak fıtratta yaratılmıştır. Kişi bu fıtratı üzere yürümez; onu bozar, küfür ve sapıklığa kucak açarsa, Allah da onu şaşırtır.

Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi alaya alıp oyuncak edinenleri ve öteki kâfirleri dost edinmeyin. Eğer mü’minler iseniz Allah’a karşı gelmekten sakının. (Maide 5/57)

O, size âyetlerini gösteren, sizin için gökten bir rızık indirendir. Ancak O’na yönelen, düşünüp ibret alır. O hâlde, kâfirlerin hoşuna gitmese de, siz dini Allah’a has kılarak O’na ibadet edin. (Mü’min 40/13,14)

…Onlar, güç yetirebilseler, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaya devam ederler. Sizden kim dininden döner de kâfir olarak ölürse, öylelerin bütün yapıp ettikleri dünyada da, ahirette de boşa gitmiştir. Bunlar cehennemliklerdir, orada sürekli kalacaklardır. (Bakara 2/217)

İnkâr edenler, peygamberlerine; “Andolsun, ya sizi yurdumuzdan çıkaracağız, ya da bizim dinimize dönersiniz” dediler. Rableri de onlara şöyle vahyetti: “Biz zalimleri mutlaka yok edeceğiz.” (İbrahim 14/13)

Dini tanımak, bilmek, öğrenmek ve hissederek yaşamak Allah kelamı olan Kur’an’ı Kerim’i kendi dilinde okumakla olur. Allah’ın koyduğu emir ve yasakları , günah ve sevapları, haram ve helalleri, kıssa ve helak edilen kavimleri, cennete ve cehenneme götüren yolları, hak ve batılı tanımadan Müslüman olunmaz, olunamaz.

Din anlaşılmaz, tanınmaz ve bilinmezse, okunmaz başkalarından dinlenirse din olmaz. Hurafeler, rivayetler ile dolu değişmiş, bölünmüş, çarpıtılmış olur. Ötesi dini okumak yerine başkalarının söylediği gibi anlamak Allah korusun insanı şirke götürür ki din hilafına başkasının hoşuna gidecek şeyleri yapmak veya hoşlanmayacağı şeylerden imtina etmek bu cümledendir. Çünkü istemeden bile olsa kişileri ilahlaştırmak şirkin ta kendisidir.

Namazda okunan surelerin, ezanın, salavat ve tesbihatın ne manaya geldiği bilinmeden Müslüman olunamaz. Arapçalaştırılan dinin etkisi altında akıl ve din birlikte hareket edemez çünkü aklı kullanmak için okumak, bilmek ve manadan sonuç çıkarmak gerekir ki körü körüne Arapça ile dine hizmet edilmiş sayılamaz. Kutsal olan Kur’an’dır Arapça değil.

Rivayetler, yorumlar, gerçek olmayan hurafeler, örflerden arınmış, Kur’an doğrultusunda şekillenmiş halis dine bir kere ulaşılınca din tanınmış olur ki bundan sonrası kolaydır. Çünkü Allah bizler için kolaylık ister.

İslamiyet’in zulüm, adaletsizlik ve haksızlığa karşı oluşu, hayır, iyilik ve güzellikten yana olması ancak bu sayede anlaşılır. Bu noktaya bir kere ulaşılınca kul artık şirke ve batıla geri dönemez, anası ve babası için bile olsa adaletten ayrılamaz, hak yemez, kötülük istemez, kendisi için istediğini kardeşi için de ister.

Kul bu noktadan sonra istiğfar, tevbe, mağfiret ne demek, İblis ve soyu ne demek, gizli ve açık şirk ne demek hepsini tüm detayıyla tanır ve anlar. İman bu noktadan sonra artar ve kul Allah’a yönelir.

Tam tersine okuduğu anlaşılamayan Arapça ayetlerden inşa edilmiş bir İslamiyet’te kalplere iman girmesi, İblis’e karşı konulması, nefsin terbiye edilmesi, ibadetlerin mana ve mahiyetinin anlaşılması mümkün değildir. Secde eden alınların, dudaklardan dökülen tesbihatın, rükunun, kıyamın manası bilinmiyorsa, Fatiha’nın Allah’a verdiğimiz söz olduğu bilinmiyorsa bu en başta Yüce Yaratan’a haksızlıktır.

Kur’an islam’ı bize dinin her safhasında, çağlar ötesi ve evrensel olarak doğru kelimeleri öğretir, gönül gözümüzü açar, bizi yanlış yollara düşmekten kurtarır.

Sevgili Peygamberimiz dinimizin anlaşılmasında, günlük hayata uyarlanmasında, toplumsal ve kişisel meselelere uygulanmasında örnek ahlakı ve yüce şahsiyeti ile mükemmel bir örnek olmuş, görevini layıkıyla yapmıştır. Peygamberimizin fani bedeni ahirete intikal etmiş geriye sünnet ve hadisleri kalmıştır.

Yüce Allah Peygamber’imize ve Kur’an’a uymamızı emretmektedir. Dinin gerçeği bunların ikisinin toplamıdır. Ne var ki özellikle sünnet ve hadislerin ne kadar gerçek olduğu konusunda yaşanan tereddütler bizi hadis ve sünnetler Kur’an’a uygun olduğu ölçüde geçerlidir noktasına götürür ki Allah’ın ayetleri asla değişmez. Bu yüzden Kur’an değişmeden korunarak bu zamana kadar gelebilmiş ve kıyamete kadar da değişmeden kalacaktır.

İslamiyet iman, ibadet ve ahlak demektir. Bunlardan birisinin olmaması bizi İslam’ı anlamamak veya yaşamamak mertebesine koyar. Fani dünya ahiretin tarlası olduğuna göre bu zafiyet cenneti ve Rabbini arzulayan mü’minler için telafisi mümkün olmayan bir hatadır.

Kimse görmese de, kanunen haklı olsak ta, yaptığımız bize göre zararsız da olsa hakikat hakikattir ve bizi sürekli gözetleyen birisi vardır. Her şeyi gören, bilen, duyan Yüce Allah gizliyi de açığı da bilir.

Bizleri Müslüman kılan, iman veren, nefsimizi temizleyen, doğru yolu gösteren Yüce Allah bizim için İslamiyet’i seçmiş ve bizi O’na uymakla mükellef kılmıştır. Tereddüt, yorum yoktur. İblisin, medyanın, Batı dünyasının, diğer dine mensup olanların hatta örf ve toplum değerlerinin bu anlamda geçerliliği yoktur. Allah’ın adaleti kusursuz, ilmi ve kudreti sınırsızdır.

Dini tanımak, bilmek, öğrenmek ve öğretmek; mekruhu, mübahı, şekli ibadeti bilmekten çok öte bir ilahi yaşam felsefesidir.

Bu felsefe sünneti, vacibi farzın önüne geçirmemek emridir.

Bu felsefe düşünmeyi, Kur’an okumayı, duayı, infakı, yardımlaşmayı ibadet sayan bir yaşam tarzıdır.

Bu felsefe iyilik yapmak kadar kötülükten sakınmayı hedef alan bir yol göstericidir.

Bu felsefe iyilik ve hayırlarda yarışmak, kötülük ve yasaklardan sakınmak gereğidir.

Bu felsefe fıtratta Cenab-ı Hak’ka verdiğimiz söze sadık kalmak demektir.

Bu felsefe hak yememek, zulmetmemek, zalim, kâfir ve haksızlara karşı çıkmak, isyan etmek, cihad etmek demektir.

Bu felsefe gözlerini fani dünyadan baki dünyaya çevirmek, kâinatta bir kusur, bir çatlak bulamamak demektir.

Bu felsefe tüm ibadetleri sadece Allah rızası için yapmak, kadere inanmak, kazanın kaderin hayata geçmesi demek olduğunu bilerek emanetçisi olduğumuz ruh ve bedenleri gerçek sahibine teslim edeceğimiz güne kadar doğru yoldan ayrılmamak, üç kuruşluk dünya menfaati için Allah’ın yolundan ayrılmamak eğitimidir.

Bu felsefede bilmiyorsam günah işlemiş olmam, anlamıyorsam bana söylenen doğrudur, okumuyorum ama bana öyle söylendi demeye yer yoktur. Bilmemek mazeret değildir ve hayata en büyük haksızlıktır.

Bu felsefe çiçekte, arıda, yağmurda Allah’ın ayetlerini görmektir.

Bu felsefe Ramazan ayını, mübarek geceleri layıkıyla yaşamak, gece ve gündüzün birer ayet olduğunu anlamak, hayatın manasına varmaktır.

Bu felsefe dünya hayatının bir sınav olduğunu bir an bile unutmamak, tevbe kapısının hep açık olduğunu bilmektir.

Bu din İslamiyet’tir. Sondur, değişmezdir, Hak olandır, sadece Allah’a mahsustur.

Diğer tüm yollar kapalıdır.

Müslümana farz olan indirilmiş dine, İslam’a, Allah’a, Kur’an’a ve Peygamberimize (s.a.v) teslim olmaktır, uydurulmuş dine, birilerinin söylediğine, anlaşılamayan Arapça kelimelere, hurafe ve rivayetlere değil.

İslam; İslam’dır. Allah’ın dinidir. Ilımlısı, ılımsızı, batısı, doğusu, zengini, fakiri, sağı, solu, genci, yaşlısı olmaz.

İslam; İSLAM’dır.

Allah’ın adaleti de kudreti de şaşmaz ve sarsılmaz olandır.

 

Şüphesiz, insanlar için kurulan ilk ibadet evi, elbette Mekke’de, âlemlere rahmet ve hidayet kaynağı olarak kurulan Kâ’be’dir.(Al-i İmran 3/96)

 

Dinimizi bilmiyoruz!

Bu yazıyı okudunuz mu?

Türk bayrağındaki ay ve yıldızın anlamı nedir

Türk bayrağındaki ay ve yıldızın anlamı nedir?

Türk bayrağındaki ay ve yıldızın anlamı nedir? Bazı arkadaşların yoksulluk içinde bu büyük dâvanın başarılamayacağını ...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir