İman etmedikçe kimse cennete giremez
Yüce Allah; kâinatı ve insanı yaratan, fani dünyayı bir imtihan vesilesi kılan ve bu dünyadan götürdüğümüz azıklara göre sonsuz ahiret yurdunda ebedi yaşamımızın akıbetini nokta kadar hak geçirmeden ve rahmeti ile belirleyendir. Bu akıbetin hakkımızda hayırlı olmasını diler ve cenneti arzu ederiz. Bu dileğimiz doğrultusunda yapmamız gerekenler kalp ve dil ile iman etmek, sabır ve tevazu ile yaşamak, ahlaklı, ibadetli olmak, iyiliklerde yarışmak, yardımlaşıp, büyüklenmeden çevreye merhamet göstermektir. Yaşantımızda ne kadar hata ve kusur etsek te aklımızda hep cennet vardır. Keza din kelimesini, eceli, ahireti hep cennet köşkleri ile birlikte anar, ecel sonrasını hep güzel neticelenecekmiş gibi hayal ederiz.
Yüce Allah Kur’an ile bize gaybı, ahireti, hesap ve mizanı tasvir etmiş, iyi ve kötü ne varsa hepsini bildirmiş, emir ve yasaklarını, sınırlarını sıralamıştır. Bu manada Kur’an hayat sebebimizi kapsayan en detaylı kullanma kılavuzu ve yaşam prospektüsüdür.
Bizler Kur’an’dan pek çok şey anlarız. Din, İslam, iman, ibadet, dua, zikir, mü’min, tevekkül, Müslüman, şeriat, salih amel, takva vb. Bu terimler her birimizde farklı manalar uyandırsa da hepsinin ana esasları bellidir ve dinen reşit olduğumuz andan itibaren zamanını bilemediğimiz ecelimize kadar bu istek ve emirleri elimizden geldiğince yerine getirmeye gayret ederiz.
Ve Kur’an namazdan bile önce kendisini okumayı ve iman etmeyi emreder. Çünkü iman her şeyin başı ve Kur’an imanın mahiyetini açıklayan hidayet rehberidir. Ancak imandan sonra diğerleri yani namaz, zekat, salih amel vb. gelir. Kısaca iman gülistanın demir parmaklıklı bahçe kapısıdır. Bu kapıdan geçmeden bahçeye giremez o mis kokulu cennetin nefis tatlarını tadamazsınız. Duvardan atlasanız da yakalanır ve tekrar dışarı atılırsınız. Bahçeye girmek için dışarıdaki kimlikleriniz, paranız, ün ve şöhretiniz yeterli değildir. Sadece iman dolu bir kalp o demir kapıyı açabilir.
Aklımız her zaman kalbimizle ortak noktada buluşmaz ve bazen sorgular, ispata çalışır, ispat yakalayamayınca yok sayar, üşenir, erteler veya reddederiz. Hayal, aşk, özlem, umut gibi elle dokunmadığımız, göremediğimiz halde inandığımız bize tatlı gelen fani şeylerin peşinde gayeymiş gibi koşar ve başkaca ispat aramazken, sorumluluk gerektiren ahiret, ikinci yaşam, melek, cennet gibi baki varlık ve oluşlar için kesin delil bulmak isteriz. Gaflete, delalete hatta hıyanete düşeriz. Hep bahçe kapısından bizi geçirecek başkaca anahtarlar veya kapıcılar ararız. Oysa o kapının anahtarları kalbimizde gizlidir. Ne başka anahtar ne başka birisi o kapıyı bizim için açamaz.
İman etmek zordur
İnanmak, Yaratan’a iman etmek zordur. İnanınca, hakikat görününce başkaca türlü davranmak mümkün değildir. İnanmak yerine, bilmezden gelmek, yok saymak, ertelemek daha kolay ve güzel gelir insana. Sanki biri bize söylemeliymiş te bize söylenmemiş gibi sorumluluktan kurtulduğumuzu sanırız. Bunu yaparken de sanki iş yerinde patronumuzu kandırıyormuşçasına basit hesaplar yapar, kendimize bile yalan söyleriz. Oysa en büyük patron haşa Yüce Allah’tır ve O asla kanmaz, aldanmaz, hata yapmaz. O’nun bilmemesi, duymaması mümkün değildir. Mehtabı romantizm, gün batımını manzara, kâinatı büyük patlama gibi şeylerle tasvir ederken, iman ayetlerine dem vurmadan vurdumduymazlığa saplanır gideriz. Oysa onların her biri birer ayet ve mucizedir, tabi gören gözlere.
Muhakkak ki büyük mucizeler, vahiy ve gayba ait şeyler bu beşeri gözlere bu dünyada görünmeyecek, göründüğünde de vakit geçmiş olacaktır. Ama alenen olmasa da ayetler, mucizeler hayatın içinde her saniye gözümüzün önünde tezahür etmektedir.
Ağaç yapraklarının, sürü halinde göç eden kuşların tesbihi, yeşeren, güzelleşip sonra sararıp samana dönen ot ve bilumum bitkilerin hali, görevini aksatmadan yerine getiren ay ve güneş, yağmur, rüzgâr ve bulutlar, aklımız, ruh ve şuurumuz, insanın bir damla sudan yaratılışı, bebeğin anne karnındaki safahatı, doku ve organlarımızın muazzam işleyişi, atom zerresi ile kâinatın devasa yıldızlarının zerrelerinin aynı oluşu, ağır gövdelerini hızlı kanat çırpışları ile kaldırabilen ve vahiy ile ödüllendirilen arının fiziksel yapısı, ister insan ister hayvan olsun tüm annelerin yavrusuna duyduğu şefkat, yağmur suyunun ılık, temiz, hafif, içilebilir ve hayat verici olması gibi milyonlarca ayet gözlerimizin önünde cereyan eder durur gün boyunca.
Yaratan, sadece Allah’tır
İşte bu ayetlerin hepsinin adresi Kur’an’ın işaret ettiği adresin aynısıdır ve O Malik, Yüce Allah’tır.
Kâfirlerin bile Allah’ı tanıyıp bildiğine şüphe yoktur. Çünkü cahiliye Arap müşrikleri bile Allah’ı tanır ve O’na yakınlaşabilmek için aracılar kullanırlardı. Böyleyken diğer din mensuplarının ve hele Müslüman camianın Allah’ı bilip tanımaması mümkün değildir.
O zaman bu muazzam ilim, kudret ve rahmete sahip Yaratan’a kul olmak ve ibadet etmek için yaratılan insanın zalimliği, cahillik ve nankörlüğü nereden gelir? Cenneti arzulayıp ilahi alametleri görmezden gelmek olur mu? İlahi alametlere temas edip basit ve ucuz oyunlara kaçılabilir mi?
İşte bu ayetlerin görünüp, idrak edilmesi imandır. İman, kalbe yerleşmesi kadar hayata yerleşmesi ile de meşhurdur.
İman bu sayede görünür olur ve kul başkalarına ışık saçarak daha da yücelir. İnsan iman ile tanışır ve onu kendisine dost edinirse hayat manasını bulur, görünmezler görünür hale gelir, yaratılış gayesi anlaşılır olur, günlük telaş ve heveslerin faniliği daha iyi anlaşılır.
Allah’ın dilemesi ile kalbe yerleşen iman bir kez yer etti mi tüm amel, söz ve yollar doğruya, Hak’ka çıkar. Çünkü imanın meskeni kalptir ve kalbin kapıları sadece iyiliğe ve cennete açılır. Kalp bu ilahi sevgi ile bir kere dolunca da o demir kapının anahtarı paslanmadan yıllar boyu kullanıma hazır bekler.
İman olmadan ibadet, ahlak ve salih amel olmaz
İman tamam olunca ibadetler daha manalı, ahlak daha güzel olur. Çünkü imanı kalbinde besleyen kulun kötülük ve harama el uzatması mümkün değildir. Eller harama uzanıyorsa zaten imanın adı sadece dillerde var demektir.
İslam ve din, iman olmadan olmaz. İman etmeden ibadet olmaz, ahlak olmaz. İman etmedikçe kimse cennete giremez. Cenneti hayal edip dururken imana sahip değilsek boş heves ve arzuların peşinde beyhude koşuyoruz demektir.
Mehtap dediğimiz yıldızlı gökyüzüne baktığımızda gördüğümüz sadece burçlar, kayan yıldılar, renkli pırıltılar ise henüz imanımız tam yeşermemiş demektir. Oysa o yıldızlı semada yedi göğü, taşlanan şeytanı, Arş’taki melekleri, görevini kusursuz yapan varlık ve cisimatı, bu kusursuz ahengi, bu kainatı yaratan sanatkar Rabbimizi zikredebiliyorsak, şükredip tesbih te bulunabiliyorsak iman fidanımız yeşermeye başlamış demektir.
Dilediğimiz kadar ibadet edelim, ahlaklı görünelim imanımız yoksa ki doğrusunu ve imanın kimde olduğunu sadece Allah bilir, yaptıklarımız nafile bir gayretten öte gitmeyecektir.
İman bu kadar mühim bir anahtardır. Onsuz cennet kapıları açılmaz, eller Kur’an’a uzanmaz, tatlı söz ağızdan çıkamaz, kalp ve akıl doğruda birleşemez, yürekler Allah aşkının emsalsiz zevkine varamaz, beden fani dünya iğrençliklerinden kendisini kurtaramaz.
İmandan yoksun kalplerin gecesi de, gündüzü de, akıbeti de karanlıktır. O’na cennet haramdır. Ne demir kapıdan geçebilir o kalp ne de bahçeye yaklaşabilir.
İman hakikattir. Hakikate inanmaktır. Doğru ve geçerli tek inançtır. Batılın, küfrün aksine sevgi ve merhamet dolu, temiz ve düzgün olandır. Kalpte yeşeren imanın dalları sevgi damarları gibi bedeni ve uzuvları kaplar, sevgi damlacıkları olarak dudaklardan ses, ellerden hikmet ve iyilik olarak uzanır bedenden dışarıya.
İman kalbe yerleşince kendisini herkesin bilmesini, duymasını ister. Bu yüzden sık sık hatırlatır kendisini. Örnek davranarak, imana layık tutum sergileyerek bedeni yaratılış fıtratına uygun hareket etmeye zorlar. Kalpteki imanın ispatı dilden gelen ikrar, amelden gelen güzelliktir.
Allah niyetleri bilendir
Sadece dili ile ifade edilen kelime-i tevhid kulları kandırabilir ama Allah’ı kandıramaz. Kalplerde olanı da olmayanı da bilen Allah kalplerdeki iman filizlerini her şeyden ve herkesten daha çok bilen ve duyandır.
İmanlı bedenler dünyayı huzur, barış ve esenlik yurdu yapma gayretindeyken mü’minler arasına sinsice sokulup yürekte patlayan sahte imanın adamları münafıklar, kalplerinde sevgi pınarları yerine hırs ve kibir dolaştığından bu dünyayı yaşanabilir halden çıkarıp, kendi istek ve arzuları önünde sınır ve engel tanımadan her türlü yolu mübah sayar, kainatın güzelliklerini bedenleri ve hareketleri ile kirletirler.
İnsan inanmadan yaşayamaz. Bu iman ya olması gerektiği gibi Yüce Rabbimize olur ya başka varlık ve kişilere. Gerçek iman cennet bahçelerinin anahtarını vadederken, kişi ve diğer varlıklara iman edenlerin elde edecekleri şeyler onların verebileceği ile sınırlıdır.
Dikkat edilmesi gereken bir nokta şudur; Allah kalplerde olanı elbette bilmekte ve sahte imanın adamlarını hemen cezalandırmayarak hem büyüklük göstermekte, hem ahdine sadık kalmakta hem de kafir ve müşriklerin, münafık ve fasıkların daha da azmalarına müsaade etmektedir ki helak hak olsun.
Tek yol Allah yoludur
Cennet akibeti için tek yol İslam, tek yol Kur’an, tek yol Allah yoludur!
İslam’ın, dinin, ibadet ve ahlakın anahtarı olan iman kalbe yerleşmeden cennet haramdır. Tam tersi beşer olarak yaptığımız pek çok hata ve kusuru İnşallah Rabbimiz kalplerimizdeki iman nedeniyle bağışlayacak ve bizleri cennetine alacaktır.
İman etmedikçe cennete giremezsiniz bu Kur’an’ın ve tüm peygamberlerin ilk emridir ve sadece Allah’a çağırır.
Cennet bahçelerinin demir kapılarını sadece imanlı kalplerdeki anahtarlar açacak ve kimse başkasına o kapıyı açamayacaktır. Hatta eş ve çocuğuna bile.
İmansız zengin, güçlü, muktedir, sorumsuz, heves ve şehvet tutsağı yaşamaktansa, imanlı fakir, yoksul, güçsüz, mazlum, aç olmak yeğdir.
Çünkü iman, acılarda gösterilen sabır ve sebatla daha çok yeşerir.
İman etmedikçe kimse cennete giremez
Allah razı olsun.