İman, ibadet ve ahlaktan önce gelir
“Sen onları bırak, uyarıldıkları günlerine kavuşuncaya kadar batıl inançlarına dalsınlar ve oynasınlar.” (Me’aric 70/42)
İMAN İLK ADIMDIR!
İtikadın üçayağı iman, ibadet ve ahlaktır. İman Müslümanım diyebilmek adına; ibadet ve ahlaktan çok daha önce gelen bir teslimiyet duygusudur. Bu teslimiyet sadece ve sadece Allah’adır ve iman edilecek şeylerin tamamına ve yürekten iman etmeyi kapsar. Ben ibadet edeyim sonra inanırım veya ahlaklı yaşayayım sonra bir ara iman ederim gibi bir şey söz konusu değildir. Yani itikat bulvarına giriş kapısı sadece iman kapısıdır. Bu kapıdan bir defa girilmedikçe ibadetin hazzına, ahlakın güzeline ulaşmak mümkün değildir. Bu nedenle Cenab-ı Hak insanlara öncelikle “iman etmelerini” buyurmuştur. Yüce Allah kendisinin tanınmasını, anlaşılmasını, buyruklarının akılla ve kalple hazmedilip bu buyruklara göre yaşanmasını ister. Bunun için ilk adım da namazdan bile önce okumak, anlamak ve inanmaktır.
Okunması bile ibadet veçhinde olan Kur’an Allah’ın kelamı, hidayet rehberi ve öğütler silsilesidir. Bu kelamlara inanmak iman etmenin şekilsel halidir ve bu iman diğer tüm beşeri ve cari şeylerden önce gelir. İnsanların kendilerine bahşedilen hayatta iki seçeneği ya da iki yolu vardır. İnanıp iman etmek ya da etmemek. Arası yoktur. Azıcık iman, iman edilecek şeylerin bazısına iman, iman edilecek şeyler arasına başka şeyler katarak iman yoktur! İman edenler cennetin varisi, etmeyenler cehennem bekçisidir. Acıdır ama oyun olsun diye yaratılmayan bu kainatta tek ve en önemli kural budur. Çünkü bu tüm anlayış, şükür, sabır ve selametin anahtarıdır. Bu nedenle imanı olmayan ne kadar varlıklı, kudretli, gösterişli, ahlaklı ve ibadetli olursa olsun tüm cezalara müstahaktır. İman insani değerlerin bu nedenle en başında gelir. O kadar ki imanlı bir köle (ki insanların en aşağı tabakası olarak tanımlanmıştır) imansız bir insandan daha hayırlıdır.
“…Allah’a ortak koşan hür erkek hoşunuza gitse de; iman eden bir köle, Allah’a ortak koşan bir erkekten daha hayırlıdır…”(Bakara 2/221)
Yüce Allah tevbesi kabul edilmeyecek, kâfir olarak sonsuz yaşama sevk edilecekler arasında sadece imansızların (sahte iman edenler de dâhildir) ve şirke batmışların olacağını, inşallah diğer bütün günah ve kusurların (yani ahlak ve ibadet zaaflarının) affedilebileceğini buyurmuştur. Hak din yerine şeytanın dini olan şirke batmışların kurtuluşu yoktur, olmayacaktır da! Azap görecek olanlar şükretmeyen ve iman etmeyenlerdir.
“Eğer şükreder ve iman ederseniz, Allah size niye azab etsin ki? Allah, şükrün karşılığını verendir, hakkıyla bilendir.”(Nisa 4/147)
“… O hâlde, Allah’a ve peygamberlerine iman edin. Eğer iman eder ve Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız sizin için büyük bir mükâfat vardır.” (Al-i İmran 3/179)
“Ey iman edenler! Allah’a ve ahiret gününe inanmadığı hâlde insanlara gösteriş olsun diye malını harcayan kimse gibi, sadakalarınızı başa kakmak ve gönül kırmak suretiyle boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan ve maruz kaldığı şiddetli yağmurun kendisini çıplak bıraktığı bir kayanın durumu gibidir. Onlar kazandıklarından hiçbir şey elde edemezler. Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.” (Bakara 2/264)
“Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkâr ederse, derin bir sapıklığa düşmüş olur.”(Nisa 4/136)
İbadete gömülmüş ama ahlaktan, adaletten ve imandan nasibini almamış veya iman ve ibadet etmeden sadece ahlaklı yaşamayı Müslüman olmak için yeterli sayan, şirk dinine tabi modern zaman fitnecileri imanın en büyük düşmanlarındandır. Kur’an’ın en büyük savaşı da işte bu iki düşmanadır; şirk ve zulüm! Yürekten iman etmenin sadece ve sadece Allah’a teslimiyet olduğu noktasını saptıranların (sadece lafını yok sayanların), diğer tüm yolların batıl olduğunu çok iyi bildiği fakat yoğun halk kitlelerini kendi dünyevi çıkarları uğruna batağa sürükledikleri aşikârdır. İster iyi niyetle yüceltmek manasına olsun, ister kötü niyetle nifak sokmak manasına olsun şirke uzanan tüm yolları açanlar ve bu yolda ilerleyen, dahası kitleleri peşinden sürükleyenler de bu çeyrek Müslümanlardandır.
İman sadece Allah’a ve tam teslimiyet manasına olup sorgulamayı, esnetmeyi, genişletmeyi ve daraltmayı hatta farklı yorumlamayı da kabul etmez. Çünkü iman edilmesi gereken şeyler gözle görülmeyen, bulunulan zamanda yaşamayan ve dolayısıyla akıl yürütülemeyecek hak olan şeylerdir. Kaldı ki bu şeyler gözle görülse de (Gerçi o halde bile iman etmeyecekler yine de imansızlıklarına bir gerekçe bulurdu.) devasa uzaydaki bir toz zerresi kadar yer tutmayan insan aklının bu muazzam kâinatta olup biteni tarafsız, tam, doğru ve bilimsel olarak anlaması mümkün değildir ki akıl yürütmek mümkün olsun!
Akıl dinin vazgeçilmezidir. Çünkü ayetlerin açıklanması ve anlaşılması bile akıl sayesinde mümkündür. Ayetlerin yaşama aktarılması da akıl yolu iledir. Fakat akıl ile süzgece tabi tutulacak bölüm ahireti değil beşeri bölümdür. Yani dinin bu hayata uygulanması hususunda akıl yürütüp iyileştirmek ve ikna etmek mümkünken ahirete ve gayba ait hususlarda akla uygun hale getirmekten ziyade ikrar ve itaat ön plandadır.
Dünya hayatının sınav olması öncelikle bu görülmeyen şeylere inanmak (ve buna göre yaşamak) veya inanmamak meselesidir. İlk adım kayıtsız şartsız ve tam olarak iman etmektir. Sonraki tüm uzantılar yani infak etmek, ibadet etmek, ilim öğrenmek, şükür ve tövbe etmek, ahlaklı yaşamak olması gereken ikincil alışkanlık ve davranışlardır. Allah’ın dini İslam öncelikle iman ve sonra bu ikincil fiillerin toplamıdır.
Tersi kısmen mümkün olsa da imanlı birinin kötü ahlaklı ve ibadetsiz olması mümkün değildir. Çünkü yanlışı doğrudan ayırmak demek olan ahlak, Allah’ın imanlılara verdiği bir lütuftur ve bağışlanmak ta iman edenlere mahsustur.
“Ey iman edenler! Eğer Allah’a karşı gelmekten sakınırsanız; O, size iyiyi kötüden ayırt edecek bir anlayış verir ve sizin kötülüklerinizi örter, sizi bağışlar. Allah, büyük lütuf sahibidir.”(Enfal 8/29)
Burada doğrusunu Allah bilir diyerek bir bahsi açmak gerekir ki o da şudur; iman kişinin kalbinde doğup beslenen bir filizdir. Yüceliğini, kudretini ve ömrünü sadece Allah bilir. Burada bahsettiğimiz bu konuda haşa ahkâm kesmek değildir. Bahsettiğimiz ibadet ve ahlaktan önce insan kalbinde imanın filizlenmesi gerektiğidir. Yoksa birisi zalim bir halifeye karşı tutum alıyor, mezhebi gereği ulemadan farklı konuşuyor yahut namaz kılmak yerine sadece hayırlarda yarışıyor ya da sırf içki içiyor diye imansızlık yaftası yapıştırmak ne derece mümkündür? Hikmeti bilmek Allah’ın lütfuna tabidir. Unutmamak gerekir ki Allah zalimler hakkında kararını vermiştir. Sınavı devam edenler o zalime uymaya devam edenlerdir. Dahası iman gözle görülmez ve tartılamazken, iman derecesini sadece Allah bilirken hangi kul başkasının imanını sorgulayabilir? Bu nedenle başkasına görünen davranışlarından ötürü ahlaksız veya ibadetsiz denilebilirken imansız veya kâfir demek çok doğru değildir. Kaldı ki mü’min önce kendisini düzelteceği ve mü’min kardeşi için kötü zanda bulunamayacağı için, gıybet ve iftira etmemek için, ahlaksız ve ibadetsiz demek bile hoş değildir. Burada bahsolunan imanın ilk adım olduğu ve Allah iman o kimseye bahşettikten sonra bireyin son nefesine kadar imanını muhafaza etmesi gerektiği ve davranışları ile ona uygun yaşaması gerektiği konusudur. En büyük tehlike ise kazanılan imandan küfre geri dönmektir.
“Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde bulunanların hepsi elbette topyekûn iman ederlerdi. Böyle iken sen mi mü’min olsunlar diye, insanları zorlayacaksın?”(Yunus 10/99)
“Eğer dileseydik, herkese hidayetini verirdik. Fakat benim, “Andolsun, cehennemi hem cinlerden hem de insanlardan dolduracağım” sözüm gerçekleşecektir.” (Secde 32/13)
Bu nedenle kim imanlı demek yerine imanlı olan ne yapar ne yapmaz diye bakmak gerekir. Çünkü imanlı birinin yapacağı şeyler ile zayıf imanlıların ve imansızların yapacağı şeyler birbirinden oldukça farklıdır.
İmanı zayıf veya hiç olmayanlar zayıftır, en ufak baskıda, hafif bir rüzgârla eğilen dallar gibi eğilir, bükülür ve nihayetinde kırılırlar. İman edenler ise o kadar güçlü ve duyguları o denli derindir ki en kuvvetli rüzgârlara ve baskı ve zulümlere karşı bile eğilseler de yeniden doğrulurlar ve onlara şeytan bile zarar veremez.
“Şüphesiz biz, şeytanları, iman etmeyenlerin dostları kılmışızdır.”(A’raf 7/27)
İman hazinesi kendisine bahşedilen kulun dünyevi şeyler peşinde ömrünü heba etmesi, zulmetmesi, imanı hafife alması ve zaman zaman inanmadığı eylemlere imza atması, başkası korkusuna geri adım atması, onu Rab edinmesi, şirkin açık ve gizlisine isteyerek veya istemeden tabi olması mümkün değildir. İmanı zayıf olanlar ise zaman gelir Allah’tan değil (Rab edinerek) başkalarından korkar. Başkalarını (şirke batarak) şefaat ediciler, Allah’a yaklaşmakta yardımcılar edinirler. Bilmezler ki zalimlere bile zulmetme gücünü veren Allah’tır!
“İman edip de imanlarına zulmü (şirki) bulaştırmayanlar var ya; işte güven onların hakkıdır. Doğru yolu bulmuş olanlar da onlardır.”(En’am 6/82)
Günümüzde Müslümanlığın göstergesi olarak bizlere sunulan özellikle şekli, lisani ve sözlü aldatmacalar Kur’an yerine (ya da Kur’an’la birlikte) fetva, hadis, rivayet, sünnet gibi başkaca kaynakları esas aldığındandır ki iman geri plana itilmektedir. Çünkü Kur’an imanın tek adresidir diğerleri ise yorumdur. Allah’ın kelamının yorumlaması ise beşerlerin üzerine vazife değildir. Doğru ahlak üzere olan ve örnek ahlaka sahip olan Peygamber efendimizin sünneti tabiki Kur’an’ın yaşamsal boyutudur, tabiki Asr-ı Saadet döneminde derlenen beşyüz kadar sözlü hadis bizlere ışık tutacaktır. Ancak zamanla imanı zedelercesine, mevki ve makamları kuvvetlendirmek ve insanları Allah’a kul olmaktan çıkarıp kişilere köle yapmayı hedefleyen yüzbinlerce hadis ve uydurma sünnetler kayda değer şeyler değildir.
Öte yandan Yüce Allah’ın dini tek’ken, pek çok din icat etmek, Allah dini ısrarla bölmeyin derken, dini tarikatlara, mezheplere bölmek, Allah dini kolaylaştırın derken dini çıkmazlara sokmak, Arapça’ya boğmak ibadet adına imana verilen zararlardır ve maalesef pek çoğu dünyevi çıkarlar uğruna firavunvari bir şekilde imana şirki bulaştırma gayretidir.
Sünnet ve hadislere uygun yaşamak, iyi derecede Arapça bilmek, belli tarikat veya mezheplere tabi olmak, çocuğunu Kur’an kursu diye Arapça kurslarına göndermek, bazı kesimlere maddi bağışta bulunmak gibi eylemler imanı ve hatta ahlak ve ibadeti manevi boyuttan çıkartıp sırf şekli boyuta sokmaktır ki bu İslam’a verilecek en büyük zararlardandır.
İslam’ın maddiyat ile ölçülen yanı; birinci sırada kazanmak için dürüstçe çalışmak, alın teri ile çalışıp adil olarak kazandığından Allah yolunda infak etmektir ve bu infakın kimlere yapılacağı bellidir. Bir dava, haset veya kin için ya da ulvi olmayan başkaca maksatlar için infak söz konusu değildir. Çünkü infak muhtaca, yoksula ve yolcuya yapılan yani zor durumda kalan, ahlaksızlığa veya zelil duruma düşme ihtimali bulunan Müslüman kardeşine onun feraha çıkmasına yardımcı olmak ve kendi parasında o kimsenin de hakkı bulunduğunu bilerek onun hakkını ona iade etmektir. İkinci sırada ise çalmamak, gasp etmemek, hile yapmamak veya batıl yollardan hak yememek bahsi gelir ki bu aslen İslam’ın ahlaki boyutuyla alakalıdır. Maddiyat şekilsel hayatı kast ettiği halde de anlaşılması gereken imanını hayata yansıtabilme katsayısıdır.
Bu maddi mananın dışında İslamiyet daha ziyade manevi bir duygudur ve içsel ruh hali ve davranışlarla bütünleşmiş haldedir. Dolayısıyla Müslümanlığın göstergesi daha ziyade maneviyattadır ve yaptığımızdan ziyade içimizden geçenlerle ve niyet ettiklerimizle alakalıdır. İçimizden geçenlerin hepsini de bize şah damarımızdan yakın olan Cenab-ı Hak çok iyi bilmektedir. Bizi Allah’a birilerinin yaklaştırmasına hiç gerek yoktur çünkü Allah bize en yakın yerdedir. Bizi Allah’a yaklaştırmak söyleminde olanlar fâsık gruplardır ve gayeleri bizi kendilerine köle yapmaktır. Bunlar iman etmedikleri gibi bizi de onları Allah’a aracı edinerek dinden çıkarmak isteyenlerdir. Uslanmayan, iman etmeyen, doğru yola girmeyen bu kimselerin kalpleri mühürlü, kulakları sağır ve gözleri kördür. Dahası gaybı bilen Allah mucizeler görünse de kâfirlerin iman etmeyeceklerini Kur’an’da açıkça bildirmektedir.
Kalbimiz kapkarayken (fesat girdabına düşmüşken) birisine başına kakarak üç kuruş yardım yapmakla temizlenemeyeceğimiz aşikârken, kalbimiz tertemizken paramız olmasa da bir hastaya gülümseyerek geçmiş olsun demekle bile saadete ereceğimizi umarız. Bu nedenle sadece maddi yardımlar, giyim şekli, bedensel alışkanlıklar bizi Allah’a yaklaştıramaz. Allah’a yaklaşmanın ve O’nun ipine sarılmanın asıl yolu gönülden sadece Allah’a yönelip buna göre yaşamaktır.
Halis Müslüman olabilmek için ibadet ve ahlak kaçınılmaz olarak bireyin sahip olması gereken alışkanlıklardandır ki zaten bu imanın bir sonucudur. İman olmadan bu ikisinin tam ve gerçek yaşanması mümkün değildir. Öte yandan iman var ve bu ikisi bireyde yaşam ilkesi olarak yerleşmediyse o zaman ya imanda bir zaaf ya da ibadette bir yalan vardır.
İmanlı birisi için tehlike imanı kendiliğinden zayıflatmak ve başkalarına kanıp açık veya gizli şirke batmaktır. Şirk şeytanın dinidir. Hak dinin düşmanı, cehennem hedefli bu din dinsizlik değildir.
Şirk genel anlamda Allah’a evlat, ortak, eş, benzer, yardımcı, şefaatçi yakıştırmak, kudret ve hikmetine ortaklar eklemek, başkaca şey, kişi veya varlıkları ilah edinmektir. Bu yüzden şirk imanın en büyük düşmanıdır.
İşte imanın ibadet ve ahlaktan bir adım önde olmasının bir nedeni de budur.
İbadet ve ahlak toplumsal örflere, geleneklere, zamana, modaya, atalardan kalan alışkanlıklara göre değişebilir, maksattan uzaklaşabilir. Ancak iman Kur’an dininin kendisidir ve modaya, zamana, kişilere göre değişmez.
Allah’ın ilk emri okuyarak anlamak, zulme ve şirke karşı koyup iman etmektir.
Okuyarak anlamak en az bir kere kendi dilinde (Türkçe meal) okumak, ayetlerin hakkını vererek düşünerek okumak, manaya temas ederek ibadet veçhi ile okumaktır.
Anlamak bu kelamların akla ve yüreğe yerleşmesidir. Anlaşılınca görülecektir ki Allah’ın dini, insanoğlunu cennete varis yaparken en büyük düşman olarak iki şey saymış, defalarca tekrarlamıştır; zulüm ve şirk!
Bu ikisine karşı durmak, savaşmak iman etmenin ta kendisidir…Kur’an’ın emridir.
Bu yüzden sağlam kale, ilk adım, her iyiliğin başı, her derdin devası …imandır.
Sonsöz; Yüce Allah cehennemi , ibadeti veya ahlakı noksan olanları değil imanı zayıf, geçici ve sahte olanlara hazırlamıştır.
Ey Muhammed! De ki: “Ruhu’l-Kudüs (Cebrail), inananların inançlarını sağlamlaştırmak, müslümanlara doğru yolu göstermek ve onlara bir müjde olmak üzere Kur’an’ı Rabbinden hak olarak indirdi.” (Nahl 16/102)
İman, ibadet ve ahlaktan önce gelir