Anasayfa / ŞİRK VE KÜFÜR / İsrailiyata karşı iman zırhı
imanilmihali.com
İsrailiyata karşı iman zırhı

İsrailiyata karşı iman zırhı

İsrailiyata karşı iman zırhı

Daha önceki yazılarda israiliyatın ne demek olduğunu ve nasıl zehirli bir yılan gibi dine ve insanlara yanaştığını, ne yapmak istediğini ve nihayet korunmak için ne yapmak lazım geldiğini anlatmaya çalışmıştık.

Bu konuya ait bu son yazımızda ise iman zırhının besmeleyle ve Kur’an’la nasıl güçlendirileceğini ve nefis terbiyesinin şeytanlara karşı verilen bu cihadda ne denli öneme haiz olduğunu Kur’an istikametinde göstermeye gayret edeceğiz.

Sitemizin ilk yazılarından olan “İblisin ahdi yazımızın hatırlanması bu mücadelede önemli adımlardan biridir çünkü karşı tarafın gaye ve çabası tamamen buna bağlıdır ve düşman tanınmadan zafer kazanmamız mümkünse de kalıcı değildir.

İkinci olarak tanımak zorunda olduğumuz şey hayat ve nefsimizdir ki sınav bu kapsamda bize has ve bize ait olan en büyük hakikattir.

Üçüncü olarak Kur’an’ı tanımak ki anlayarak okunduktan sonra ayetler en cahil kula bile hidayet rehberi olacaktır. Çünkü Kur’an bazı maksatlı kimselerin uydurduğu gibi aracısız okunmayacak veya anlaşılamayacak bir şey değildir. Yüce Allah’ın buyurduğu gibi “O Kur’an (ve din)bizler için kolaylaştırılmıştır ki Peygamberimizin üç laneti hatırlanırsa zaten hayatı zorlaştırmak bunlardan biridir ve anlaşılmayacak bir sureler dizisinin inzal edilmesi de sınavın adaletine hepten aykırıdır. Yani Kur’an’ı okumak, anlamak ve anlatılmak isteneni hazmedebilip sonra da teslim olmak üçüncü adımdır.

Dördüncü ve belki de son adım ise bu fazilete ulaştıktan sonra imanı muhafazaya, Kur’an’a sarılmaya devam etmek, herşeye rağmen şeytanlardan Allah’a sığınmaya devam etmek ve Yüce Allah’ın sıfatlarından ahlaklanabileceklerimizle ahlaklanmak ve ayetleri hayata yansıtırken, kalbimizin sesini dinlemektir.

Kulun şeytanı anlaması gayet kolaydır. Bu hem iblis hem askerleri için geçerlidir. Çünkü kötülük aşılamaya, hayatı çirkinleştirip zorlaştırmaya gayret eden, para, kul, varlıklara ilah diye tapanlar, şirk tüccarları, dine yahudi büyü kitabı kabalayı ithale çalışanlar bu gruptadır.

Kendimizi, hayatı ve sınavı anlamak ta kaloy olmasa da imkansız değildir. Çünkü tüm bu eller, ayaklar, bu ağaçlar, bu yıldızlar, bu yağmur boşuna yaratılmayacağına göre herşeyin bir maksadı vardır. Kendimiz dediğimizin de beden değil de ruh olduğunu idrak edebildiğimiz takdirde hem tevhidi hem nefsi tanımaya başladık demektir.

Kur’an hidayetinde ise İsrailiyatın daha önce bahsolunduğu gibi özellikle meal ve tefsirler marifetiyle yaptığı tahribat azımsanamayacak kadar fazladır. Bu yüzden malum yayınevlerinin, şaibeli belirsiz kimselerin meal ve tefsirlerinden uzak durmak, mezheplere göre ayrı ayrı tefsir edilme oyunlarına baş koyanların eserlerinin tamamını elimizin tersiyle itmek gerekir. Dahası aynı kişiye ait müteakip baskılarda ılımlılaştırma gayreti varsa veya ayet aralarında parantez içlerine anlam kaydırıcı açıklamalar eklenmişse, kıssalar ve kötü örnekler meal veya tefsirde sadece belli bir zaman ve kişiye atfedilmeye çalışılıyorsa o kaynaklardan uzak durmak mecburiyeti vardır.

Arapça Kur’an okumak elbet arzu edilen birşeydir lakin arapçayı anlayabilecek seviyede okuyabilenler sadece o coğrafyalarda doğanlar ve din eğitimini meslek seviyesinde alanlardır. Diğer insanlar için yani arapça konuşulan bir ülkede doğmayan, o anadilde yetişmeyen birisinin Arapçayı anadili gibi anlaması zaten merhum Elmalılı Hamdi Yazır’ın da dediği gibi tekniken mümkün değildir. Bu cihetle yanlış yapmamak adına meallerden okumak en faydalısıdır ve eğer mealde kasıtlı bir kaydırma varsa da bunun vebali o satırı yazanadır. Tefsirde de durum aynıdır.

Kulun dikkat etmesi gereken okunan her ayetin kalbe ve akla ve doğal olarak Kur’an’ın tamamına uygunluğudur. Bu uygunluk şartı aslen diğer kutsal kitaplar için de geçerli bir kuraldır ve tahrif edilmiş o kitapların Yüce Allah atarfından gönderildiğine asla şüphe yoksa da inanılırlığı ancak Kur’an’a uygunluğu şartıyladır.

Dolayısıyla herkes ve tüm zamanlar için okunan dini yayınların, hadis ve sünnetlerin hak ve hakikat ölçüsü her zaman Kur’an’a uygunluğu nispetindedir.

Sözün burasında masonlarla, israiliyatla ve yahudiler/hristiyanların öz Anadolu halkını kandırmaması, ayartmaması ve İslam’ın tertemiz yaşanarak yaban otlarından temizlenmesi için kendi parasıyla en muteber insanlara meal ve tefsir hazırlattıran, din işlerinin selameti ve sağlıkla devamı için diyanet işleri başkanlığını kurduran, okullara din dersi kitapları yazdırıp yobaz ve taassupların oyununu bozan Ulu önder Atatürk’ü ve Mehmet Akif Ersoy’u, Elmalılı Hamdi Yazır’ı, ilk diyanet işleri başkanı Mehmet Rıfat Börekçiyi, Kurtuluş savaşına manevi destek sağlayan tüm din adamlarını da saygı ve minnetle anmak gerekir.

Çünkü tekke ve zaviyelere dayalı, arapça, farsça ve osmanlıca karışımı anlaşılmayan bir dile bezenmiş İslam’ı Türkçe’ye ve sonra meale(tercümeye) bununla yetinmeyerek tefsir ile ne anlatılmak istendiğini açıkça ortaya koyarak anlaşılır hale getirmeye çalışan insanların İslam’a katkısı çok ama çok fazladır. Şu bir hakikattir ki eğer bu hamle yapılmasaydı Türk halkı dinini hala tanımıyor olacak ve siyonist israil çok zaman önce bu toprakları ele geçirmiş olacaktı.

Nitekim hazırlanan tefsir ve meallerin yurda dağıtılması ile ufuklar genişlemiş, karanlıklar dağılmış ve batıllar, hurafeler, örfler dinden ayıklanarak din hak ettiği has haline döndürülmüştür. Bu kaynakların bugün hala bir numaralı kaynak olarak kullanılması ve kimsenin muhteviyata itiraz edemiyor olması da gayretlerin tamamen temiz yürekle ve iyi niyetlerle yapıldığının, içinde en ufak bir oynama yapılmadığının da resmi ve ispatıdır. Bu cihetle israiliyata karşı meal ve tefsir manasındaki en kıymetli eser Merhum Elmalılı Hamdi Yazır’ın eserleridir ve özellikle eski basım tarihli olanlardır.

Diyanet işleri adına yapılan meal ve tefsirlerin çok sayıda, değişik insanlarca, mezhepler arası farklar gözetilerek veya şiddet ve kesinlik içeren ayetlerin yumuşatılma gayreti nedeniyle muteberlikleri tam değildir.

Türk insanının yıllarca Kur’an’ı (belden yukarıya) duvara asması sevap kazanmak ve günah işlememek içindir. Ama kimse onu anlayarak okuma gayretinde olmadığından ve elin parmakları kadar insan da arapça bildiğinden Kur’an masaya, rahleye bir türlü inememiştir.

Burada tefsir ve meali hazırlattıran ve hazırlayanlar kadar bir diğer salih kul ise merhum Yaşar Nuri Öztürk’tür ki kendisinin hayatı yobazlıkla ve israiliyatla , siyasi islamla mücadeleyle geçmiştir. Allah ile aldatmak tabirini , maun suresi namazını, şirk belasını, emevi zulmünü, Kur’an’ın anlaşılarak okunması gerektiğini eserleriyle halkımıza anlatan Öztürk, nihayet Kur’an’ları duvardan masaya indirmeyi başarmış ve Türk insanı anlayarak okumaya başlayarak yobaz ve şeytanların oyununu bozmuştur.

Toplumda hala gerici bir kısım insanın Türkçe meale direndiği açıktır ama kaybeden onlar olacak ve ayette buyrulduğu gibi mahşerde peygamberimiz ümmeti Kur’an’ı hayatın dışına atmakla suçlayacaktır. Bu inanmamak değil anlayarak okumamak ve hayata yansıtmamaktır. Sevap kazanmak için arapça okunan Kur’an ile ancak sevap kazanırken, anlayarak okursanız cennetinizi kazanırsınız çünkü Kur’an ancak o zaman size hitap eder, kalbinizi yumuşatır, nefsinizi eğitir ve tehlikelerden koruyarak şefaat eder. Yok, anlamadan okursanız da sevap alırsınız ama bu sevaplar sizi sırf bu amelinizden bir şey bekliyorsanız asla şefaate ulaştırmaz.

Meal ve tefsir bahsi ise birlikte düşünülmesi gereken bir husustur ve ayetin öncesi, nuzulü, ait olduğu olay ve kimsenin anlaşılması bakımından tefsir önem arz eder. Zaten merhum Yazır’ın tefsirinde meal de yer almaktadır.

İsrailiyat mişna dediğimiz diğer din kitaplarında egemen ve etkiliyken, bu anılan eserlerde çok ta etkili değildir. Çünkü eski, yerleşik, çok sayıda ve sıkça okunan mahiyetiyle bu eserlerde oynama yapıldığında derhal farkına varılacaktır.

İmanın güçlendirilmesi manasında bahsetmeden geçemeyeceğimiz bir başka konu ise diğer din kitaplarının okunup okunmaması gerektiği bahsidir. Anladığımız kadarıyla Yüce Allah’ın sözü Kur’an ile tamamlanmış, dinin tamamı ayetlerde bahsolunmuştur. Bu anlamda Kur’an tek başına yetrlidir ve diğer kitapları okumaya gerek yoktur.

Diğer kitaplar şayet nuzülleri haliyle kalmış olsaydı okunmasında da bir sakınca olmayacaktı lakin şimdiki halleriyle okunmasında faydadan çok ciddi risk ve tehlikeler vardır ki zayıf imanlıları zehirli örümcek gibi hemen ağlarına çekiverir. Kısaca diğer kutsal kitapları okumak farz değil hatta vacip değildir.

Fakat, aslı olmasa bile hiç olmazsa o kutsal kitaplardan bahsedilen eserlerin imanı anlamak ve tevhidi tanımak maksadıyla okunabilir. Bu en azından düşmanların hangi maneviyata sahip olduğunu öğretecek, Kur’an’ın nuzülüne neden gerek olduğunu anlamamızı sağlayacak ve bizleri Allah’ın ip olan Kur’an’a daha sıkı yapıştıracaktır.

Çünkü o eserlerin hiç olmazsa muhteviyatlarına dair eserler okunmazsa siyonist zihniyetin yahudi olmayanları neden fütursuzca katlettiği anlaşılamaz, hristiyanların neden şirke batmış olduğu anlaşılamaz ve tevhid erlerinin sadece Kur’an mü’minleri olduğuna şehadet edilemez.

Kul anlamadığı, tanımadığı bir dine, aklıyla ve kalbiyle onaylamadan tabi olamayacağı gibi, dinini tanımazsa şeytanların ağına da kolaylıkla düşecek, okumaz dinlerse, anlamadan okursa şirk belasından asla kurtulamayacaktır ki iblisin ahdi ile kast edilen de budur.

Katolik hristiyanlar ve katolik yahudiler gibi aracı din adamlarının tekeline verilen din en başta Yüce Allah’ın kudretini azımsamak ve ortaklara pay etmektir ki bu zaten şirkin tanımıdır. Demek ki kul ile Allah arasında hiçbir beşer olamaz ve olmayacaktır. O halde dinen sorumluluk ergenlik yaşıyla başlar ve her kul kişisel olarak sorumluluk taşır.

Bahane yoktur, bilmemek, duymamak mazeret değildir. Herkese Kur’an’ı anlayarak okumak farzdır.

Rahmet Peygamberinin kıyafetine, misvakına, sakalına, heybesine gösterilen hürmetin misliyle fazlası Yüce Allah’ın kitabına da gösterilmeli ve ayetler hak ettiği değere ve manaya kavuşturularak hayata yansıtılmalıdır. Bu kapsamda bilmek ama uygulamamanın cezası çok daha fazladır.

Fıtratta her kul daha doğmadan önce Yüce Allah’a sadık kalacağına ve göndereceği kitap ve peygamberlere iman edeceğine yemin etmiş, bu yeminini Fatiha ve Ayaet-el Kürsi ile sıklıkla tekrarlamaktadır. Anlamamak, bilmemek, bilip te yapmamak bu yemine karşı koymak, yemin bozmaktır ki kulu dinden çıkarır.

Bu çıkma ise küfür kadar basit değil ama şirk kadar acımasızdır.

Daha şirk ve küfür arasındaki farkı bilmeyen Müslüman cami için hatırlatmak gerekirse Allah şirke bulaşanlar o vaziyette ölürlerse asla affetmeyeceğini buyurmuş, peygamberimiz de açığı ve kapalısıyla sayısız bilinen ve bilinmeyen şirkten bahsederek şirki; gece karanlığında, siyah kaftanın üzerinde yürüyen siyah karınca kadar sinsi ve anlaşılmaz olduğunu ifade etmiştir.

İşte israiliyat ile kol kola gezen şirk kulu Rahmani çizgiden çıkarır ve şeytanlara asker eder. Beşeri olarak şirk, mensuplarına sayısız mükafat, makam, kazanç sağlasa da bunlar kalıcı değildir ve ahirette mahzunluk söz konusudur.

Küfür ise ne kadar büyük ve çirkin olsa da her zaman tevbe ile temizlenebilecek günahlardandır, Yüce Allah’ın affına tabi olabilir (şirk gibi şefaatten tamamen mahrum değildir) ve Yüce Allah’a ortak koşmayarak sadece inkarı esas aldığından kurtuluş umudu hep vardır.

Şeytan inkar etmez yani kafir değildir. Çünkü gerçeği görmüş ve yaşamıştır. Ama O, mutlak ilahi iradeye tereddüt sokarak, kudret ve mülkü paylaştırmak hissini insanlar aarsına yayarak Tek Malik’imiz olan Yüce Allah’ın otoritesini sarsmaya daha doğrusu imansız kulları Allah yolundan çıkararak çok çok ötelere atmaya çalışır.

Şeytanın ve israiliyatın oyun ve hilelerinden emin olacaklar ise sadece imanlı kullardır ki bunu Yüce Allah temin etmiştir. Yani kurtuluş ancak iman iledir.

Cennetlere iman edilmedikçe girilemeyeceği, başka bir deyişle cennetlere ancak mü’minler gireceği için de iman tek kurtuluş reçetesidir. Tevhid, fıtrat, sınav, ilahi kudrete tam ve hak teslimiyet demek olan iman ise ancak Kur’an’la şekillenir ve sınavı geçmek, israiliyattan kurtulmak ve şeytandan korunmak ancak Kur’an ile mümkündür. Ama bu yukarıda bahsolunduğu gibi anlayarak okunduğu takdirde mümkündür. Bu nedenle şeytanların ve israiliyatın en büyük gayesi Kur’an’ı hiç okutmamak veya anlamadan okumayı teşvik etmektir.

Artık bu satırları okuyan herkes kendisi uygulamaktan ve etrafına da tebliğ etmekten mesuldür.

Hakikat ve Hak tek, batıl çoktur. Her kul doğru tarafta yer almak zorundadır. 

Yüce Allah imanlı kullarını korusun.
Rabbim, şirk ve şeytanları, münafık ve kafirleri, mürai ve aldatanları helak eylesin.
Yüce Rabbim, temiz gönülleriyle tevhide yönelmeye gayret edenleri muvaffak eylesin.
Amin!

SON..

Bu yazıyı okudunuz mu?

Allah ile aldatmak

İnsanlığın bir kısmını daima, tamamını bir süre aldatabilirsiniz ama tamamını daima aldatamazsınız. Bu kaide en ...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir