Anasayfa / İMAN ESASLARI / Nur ve nar
imanilmihali.com

Nur ve nar

İnsanlık tarihi karanlık mecralarla doludur. Cennet yeryüzünün hemen her köşesinde bir savaş, kıtlık, acı yaşanmış, kan ve gözyaşı değmiştir yere. Çünkü insan zalimdir, cahil, nankör, kan dökücü ve acelecidir. Eli nasıl cennetlerdeki tek yasağa uzandıysa fütursuzca, bu dünyadaki tek yasak olan imansızlığa da rahatça uzatmıştır elini.

Yaşam zıtlıklar dünyasının tercihler bütünüdür. Akıl, ruh ve kalple donatılan insan diğer varlıklardan farklı ve üstün olsa da zayıftır. Gördüğü alemi yaşar, görmediği alemden korkar. Dahası o görmediği aleme, yaşamadığı zamana ilgi duyar elindekiyle yetinmezken. Kutsalı var sayarken kutsal aleyhine hamleler yapar, hüküm sınırlarını aşıp, yüksek iradeler sergiler korkusuzca. Şeytanı suçlasa da çoğu zaman, şeytanı bile terkisine alır da flamayı kendisi taşır deha ama kötülüğe mecbur ettiği aklıyla. Nefsini galip getirir vicdanına, bastırır merhameti zulmüyle, aklına kilit vurup kol gezer karanlık cehaletlerde, kalbinin feryatlarına kulak tıkar yanlış sevdalara akar salyaları akan pis şehvetleriyle.
Ferdiyetçilikten organizeye taşırken azgınlıklarını, toplumlardan cihana taşır şeytani heveslerini. Bitip tükenmez hırsıyla ve açlığıyla tabiattan mahlukata, masumlardan zayıflara herkese uzanır, dünya süsleri için kana boyar etrafını. Lakin yolunun sonunun karanlık olduğunu unutur çoğu zaman. İnsanların çoğunu cehennemlik edeceğine yemin eden iblisin zannında haklı çıktığını bildiren Allah, cehennemin ağzına dek dolacağını andolsun yeminiyle buyururken dahi insanlık bir an durup düşünmemiştir o ateşlerin yakıcılığını.

Dünya sınavında sadece iki seçenek vardır; ya imanla yaşanacak, salih amel üretilecek ve şeytanla cihat edilip cennetlere gidilecek, ya salih amel ve niyetler, kutsal dava için gayretler, Allah’a huşu ile teslimiyetler bir kenara konup ezeli düşman şeytana tabi olunup cehennemlerde yanılacaktır. Bunun arası, nüansı yoktur, hüküm böyledir. Bu ise tüm peygamberlerce, tüm zamanlara adil şekilde tebliğ edilmiş olan en kutsal vahiydir.

Kur’an’ın dehşetli ahiret tasvirine göre, hesap ve mizan bittiğinde, melekler eşliğinde cennetlere yollanan mutlu mü’minler salavatlar getirip, Yüce Allah’a şükran ve hamdlarını sunacaktır hep bir ağızdan. Diğer yandaysa cehennemin gürültülü alevlerinin önünde diz çöktürülmüş müşrikler kan ter içinde kurtuluş umudu ararken birer birer ateşe atılacak, pişmanlıklar sel olup akacak, lanetler okunacaktır şeytanlara. Lakin artık çok geçtir. İnsanlık ilk günden kıyamete dek kendisine bahşedilen şansı kötü kullanmış, geçemediği sınavıyla tıpkı ilk cennetten kovulması gibi yine o cenneti hak etmede yetersiz kalmıştır. Dünyada kendisinden tek bir şey istenmiş ve insan onu yerine getirememiştir. İmanlı kalmayı başaramamış, şeytana tabi olmuştur. Tüm hikaye bundan ibarettir. Cehennemde yanan tüm bedenler şimdi çığlık çığlığa yeniden dünyaya dönsek ve iman etsek diyecektir ama sınav bitmiş, hüküm verilmiştir. Sınavın bu halde biteceğini bile buyurmuştur Allah asırlar önceden. Şimdi kefaret zamanıdır ve Allah’ın tüm rahmetine rağmen kurtulamamıştır zalim insan zerrece haksızlık yapılmayan hesabından.

Nur ışıktır, aydınlık ve doğrudur, güzeldir, güldüren ve Allah rızasına erdirendir. Güzel yarınlar, korkusuz, endişesiz cennetlerdir sonsuz hayatta. Melek olmaktır.

Nar yakıcıdır, karanlık bedbahtlıklardır, gizemler, sinsilikler, kötülükler, tuzaklardır. Acı dolu yarınlar, ölmekten beter azaplar, dipsiz cehennemlerdir. Şeytan olmaktır.

Toprak, candır, hayattır, doğurgan ve bereketlidir, su’dur, doğadır, yeşildir, mavidir, insan olmaktır, adam gibi yaşamaktır, ateşlerden korunmak, nura yürümektir. Hammaddedir toprak, dünyadır, sınavdır. Sınav, toprağı nura döndürmek, nardan korunmak, insan olmaktır.

Meseleye diğer dinler penceresinden bakarsak da karşımıza çıkacaklar şunlardır;

“Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.” (Al-i İmran 3/85)

Semavi olmayan din mensupları;

Semavi dinler bahşedildikten sonra batıla saplanmış kalmalarının hiçbir mazereti olmadığından, haberdar olmaları durumunda derhal o dine girmeleri gerekirken girmeyerek sürdürdükleri ısrarları onları Allah’ın cehennemlik grup tasvirine aday edecektir. Elbette istisnalar ve hüküm sadece Allah’ındır ama görünen odur ki şirke tabi halleri Peygamberleri, kitapları ve Yüce Allah’ı inkar günahını işlediği için afsızlığa tabidirler.

Yahudiler;

Musevilerin Tevrat’a bağlı ve şeytanla ahitleşmemiş kesimi için inşallah imana şirk bulandırmamak kaydıyla kurtuluş ümidi olacaktır. Lakin daha doğru ve güzel olanı Kur’an’a tabi olmaktır. Çünkü İslam’dan gayri din arayanların durumu yukarıdaki ayette izah edilmektedir. Muharref Tevrat’a, Talmud ve Kabala gibi hahamlarca kaleme alınmış ve kutsallık iddiasındaki kitaplara sadakatleri sürdükçe şirk halleri de devam edecektir. Çünkü her ne kadar inkar etseler de Kur’an o dinin artık muteber olmadığını ve kutsal kitabının da vahyedildiği halinden farklı olduğunu pek çok ayette duyurmaktadır.

Hristiyanlar;

Yahudilerle benzer şekilde yapmaları gereken İslam’a geçmektir ki hali hazır şirk kokulu inançlarını sürdürmeleri durumunda durumları vahimdir. Kendilerine vahyedilmediği halde ruhbanlık etmeleri, inzivaya çekilmeleri veya evlenmemelerinden ziyade günahkar doğma, teslis gibi tevhid karşıtı düşünceleri yaşatmaya devam etmeleri halinde umutları da olmayacaktır.

Dolayısıyla bu üç grup için de (içlerinde imanla kalabilen azınlık müstesna) Allah’ın vaadinin esenlik ve cennet kısmı geçerli olamayacak ve cehennem bölümü geçerli olacaktır. Vaadin bu dünyaya ait kısmında ise yeniden dirilişe iman etmeleri, cihad da iman ordularına destek çıkmaları inşallah azaplarını hafifletecek belki kurtuluşlarına vesile olacaktır. Lakin iman etmeyen hiç kimsenin cennetlere giremeyeceği hatırlanırsa iman bahsinde ‘Sadece Allah’ diyebilmeleri kaçınılmaz bir şart olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu grupların salih amelleri ve bu kapsamda üretecekleri her türlü yardım, fayda, değer ve kolaylık hallerine iyi hal indirimi nasip edebilecekse de aslolan iman ve cihad olduğu için, şeytanlıkları sürerken, tevhid erlerine düşmanlıkları devam ederken, İslam’ı hedefe koyarken acı sondan kurtulmaları mümkün değil görünmektedir.

Riya ve cehaletin saltanatı kalıcı değildir. Zulmün de. Hak gelir batıl yok olur gider. Peygamber bize gösteriyor ki nara çağıranları, nura çağırmanın ve onlar tarafından tehdit ve alay konusu yapılmanın acısı, oluşun en büyük ıstırabına vücut vermektedir. Hayatını aydınlığın egemen olması için gece ve gündüz çağrıya adamış bir benliğin, duygusuz ve sağır bir dünyanın derdini çekmek zorunda kalmasından daha acı ne olabilir? Körler çarşısında ayna satmaya mecbur olmak ne dikenli bir kaderdir?

Kur’ansal çağrının her boyutunda estetik ve yumuşak tavır kaçınılmazdır. Cehennem zebanisi tavrıyla cennete davet yapılamaz. Tez olmak, ışık yaymak, antitez olmak karanlığa saldırmaktır. Yeğ olan büyük ruhlara nasip olan tez olmak, aydınlatmaktır. Allah da sürekli tezdir. (Lakin bu cihada mani değildir.)

Her düşünce temsilcisi olduğu nur veya nar kutbunda vücuda getireceği etkilerle kainat ve oluş bünyesine tesir eder. Düşünce ve telkinin işe yaramamış gibi görünmesi bizim dünya planımızın ve yaşadığımız günün şartları bakımındandır. Buna bakıp üzülürken yarınların mayalanmasında düşünce ve telkinin bir numaralı rol oynadığını inkar gibi bir yanılgıya düşmemek gerekir. Keza kimse duymasa, bilmese de Yaratan o niyete şahittir.

İyi ve güzele, nura çağıran ses, sonsuzu yakalamak peşindedir. Böyle bir girişimin ucuz, kolay ve acele sonuç vermesi beklenemez. Sonsuzluk ve ölümsüzlük tarafından benimsenmiş olmak başarıların en büyüğüdür. Her artının kandili, bir eksi ile tutuşmaktadır. Her çıkış bir inişin, her güzel çirkinin taşında bilenir. Firavunsuz Musa, Ebu Cehil’siz Muhammed olmaz. Kandil-kıvılcım nüktesi varoluşun insan ve tevhidin esasıdır. Aydınlatacak kandil için kıvılcım şarttır. İyilik ve kötülük nisbidir. İkisi de aynı bütünün parçasıdır. Onları ayrı şişelere dolduransa insandır.

Dini, gerçek kaynağı olan Kur’an’a bağlama ve hurafelerden temizleme görevi ise Türk insanının tarihsel misyonudur. Bu, İslam’ı Kur’an dışılıktan kurtarmakla mümkün olacaktır.

Bilmemek mazeret değildir

Dinde zamana bağlı, esas ve usule tabi ibadet ve amellerin dünya telaşı ile unutulması, baygınlık ve uyku hali gibi hallerde sekteye uğramasına icazet vardır, keza zaruret halinde geciktirilmesine dahi Yüce Allah ruhsat vermiştir ki tüm ibadetlerin kazası bu yüzden vardır. Ancak yine Yüce Allah, Kutsal Kelamı Kur’an ile tüm insanlığa bildirdiği nihai dini İslam’ı (tevhidi, fıtratı) ve O’nun vazgeçilmezi olan imanı, doğal olarak Kur’an’ı bilmemeyi haram etmiştir. Misakı unutmak da haramdır.

Kısaca denebilir ki kimsenin kutsalı bilmeme lüksü yoktur ama unutmak, ertelemek veya kazasını eda etmek hakkı vardır, hatta bildiği halde yapmamak, yahut inkar-isyan hakkı dahi vardır. Bu sebeple dine ve imana en karşı olanların bile tanımak ve anlamak mecburiyeti vardır. Çünkü tanınmasa da hesap Kur’an iledir, İslam mutlaka galip gelecektir, Allah’ın vaadi haktır, gerçekleşecektir ve kutsalı tanımak, verilen akıl nimetine karşılık Yaratan’a minnet duyma mecburiyetidir. Hele ki kul kulluk ve ibadette sadece Yüce Allah’a yöneliyorsa sadece ayetleri değil, ayetlerin ruhunu da anlamak mecburiyetindedir. Konumuz gereği Allah’ın vaad ettiği şeyler gerçekleşeceğine göre de bu vaadde yer alan hususlara özel önem vermek, aklın ve kalbin gereğidir.

Hep tekrar ettiğimiz gibi dünya üzerindeki tüm meseleler din kaynaklıdır, kökende, ardında mutlaka manevi bir hırs, beklenti yahut sömürü vardır.

Siyonizm ve küreselci işbirliği asırlardır devam etmekte, yarınlarda da edecektir. İşte bu Coronalı günlerde bile İran’ın nükleer anlaşmaları ihlalleri, Suriye’yi bombalamaları, Filistinli silahsız gençlerin öldürülmesi, Kuzey-Güney Kore ülkelerinin diplomatik ilişkileri kesmeleri gündemden düşmemektedir. (İblisin Ahdi kitabımızdan hatırlanacağı üzere siyonizmin Ortadoğu’da yaşanacak son savaş senaryolarında İran, İsrail’e ilk nükleer füzeyi atacak ülkedir, Kuzey Kore’nin görevi Güney’e ve Japonya’ya saldırarak bölgesel savaşı Dünya savaşına döndürmektir.) Kudüs merkezli vadedilmiş topraklar meselesi küresel atılımlara rağmen canlı tutulmaya çalışılmaktadır. Bu şu demektir ki siyonizm ve küresel diktatörizm hayalleri ‘manevi başkent Kudüs’ üzerinden yaşamaya devam edecek, bu ise muhtemel bir sıcak savaşa meydan verecektir. O halde barışa her ne kadar gönüllü olunsa da savaşa hazır olmak bir zorunluluktur.

Kaldı ki Libya ve Akdeniz planları bozulan Birleşik Arap Emirliği (BAE) ve Rusya dahil Batı, Afrika ve Ortadoğu planları sekteye uğrayan Çin, Türkiye’ye karşı bir hamle/müdahale imkanı aramaktadır. Yunanistan’ın cılız ve uzaktan komutalı olduğu bariz Akdeniz ve Kıbrıs yakarışları da hep kaosu sıcak tutma gayretinden ötürüdür. Anlaşılan odur ki küresel hamlelerin belli bir safhasında cebri tedbirler devreye girecek ve devletlerin-coğrafyaların değişmesi için sıcak bir savaşa (belki nükleer) mutlaka ihtiyaç olacaktır. Kısa vadede bu tehdit olarak algılanmasa da geleceğe dair planlarda mutlaka tedbir getirilmesi gereken bir meseledir.

Görüldüğü üzere dünyevi meselelerin tamamının içeriğinde, din bir nüve olarak daima saklı vaziyettedir. Zira küreselizm başlı başına fıtrata isyan ve inkar, iblisin ahdine yardım manası taşıdığı için dini kaynaklıdır. İblisin fıtratı değiştirtmeye özendirme yeminine kanan global teröristlerin şeytancı siyonlarla kaçınılmaz işbirliği bunun en güzel örneğidir. Lakin Allah’ın hesabı her şeyin üzerindedir, galip gelecektir. Çünkü O, tüm tuzakları boşa çıkartandır. Peygambere, Atatürk’e kurulan tuzakları nasıl boşa çıkarttıysa, Yüce Allah insanlığa kurulan bu hain pusuları da helak edecektir. Ama mesele tuzak kuranlardan olmamak, tuzak kuranlara destek vermemektir.

Şu çok iyi anlaşılmalıdır ki; İslam mazlumların dinidir. Yani zulmeden değil zulme uğrayanların çatısıdır. Hak yiyip zulmetmektense mazlum olmak yeğdir. Bu hakkını aramamaya bahane değildir aksine hak cihadla da olsa aranacaktır ama mesele zulmetmemektir. Bu dünyanın ezilenleri ezenlerin elbet üzerine çıkacak, ahirette gülenler bu ezilenler olacaktır. Şayet ahirete ve Allah’a iman ediliyorsa bu sarsılmaz inanç kalplerde muhafaza edilmelidir.

Kur’an’a göre büyüklenip aşırı gidenler (müstekbirler) ve aşağılanıp zulme maruz kalanlar (müstez’aflar), iman ve İslam izahının önemli meselelerinden birisidir. Ezilenleri ezenlerin üzerine çıkartmayı dileyen İslam, dünya ve ahirette mağdur ve mazlumların yanındadır. Servetle şımarıp büyüklenerek eziyet edenler ise Kur’an’ın hışmına uğrayacak olanlardır.

“İnkâr edenler, “Biz bu Kur’an’a da ondan önceki kitaplara da asla inanmayız” dediler. Zalimler, Rablerinin huzurunda durduruldukları zaman hâllerini bir görsen! Birbirlerine laf çevirip dururlar. Zayıf ve güçsüz görülenler, büyüklük taslayanlara, “Siz olmasaydınız, biz mutlaka iman eden kimseler olurduk” derler. Büyüklük taslayanlar, zayıf ve güçsüz görülenlere, “Size hidayet geldikten sonra, biz mi sizi ondan alıkoyduk? Hayır, suçlu olanlar sizlerdiniz” derler. Zayıf ve güçsüz görülenler, büyüklük taslayanlara, “Hayır, bizi hidayetten saptıran gece ve gündüz kurduğunuz tuzaklardır. Çünkü siz bize Allah’ı inkâr etmemizi ve O’na eşler koşmamızı emrediyordunuz” derler. Azabı görünce de içten içe pişmanlık duyarlar. Biz de inkâr edenlerin boyunlarına demir halkalar geçiririz. Onlar ancak yapmakta olduklarının cezasını göreceklerdir.” (Sebe 34/31-33)

Para, güç, mevki, şehvet adına kat edilen her bir beşeri adım hak ve helal değilse, zulüm ve eziyettir. Karşılığı olacaktır. Lakin şehveti bir çırpıda kötü olarak nitelemek yanlıştır. Çünkü Allah şehveti insana boşuna vermemiştir. Menfaate koşmak, emel, heves gibi şeyler hep şehvetten kaynaklanır. Eğer şehvet olmasaydı, yeryüzü harabe, insanlar arası muameleler hükümsüz ve nesil kesilmiş olurdu. İnsan ve hayvan türlerinin devamı şehvet sayesindedir. Şehvet insanın iç ve dış ahengini, sosyal hayatın düzenini bozmadığı sürece Allah’ın kullarına bir lütuf ve ihsanıdır. Sadık ve yalancı şehvet ayrımı yapmak doğru olandır. Helal dairesinden çıkılmadıkça şehvet mübahtır ve aksi şehveti yenmek en büyük zaferdir.

Heva, benliğin şehvete meyli, onu tercih etmesidir. Dilimizde bu kelime boş ve zararlı arzular olarak geçmiştir. Kur’an, hevayı en yıkıcı musibetlerden görür ve tehlikelerini anlatır. Çünkü heva benliğe hakimse, ruha sırt çevrilmiş demektir. Heva varsa düşüş söz konusudur. Heva kalbe yerleşirse de başta şirk olmak üzere her türlü pislik o kalbe musallat olur.

Ölmek son değildir. Eceli her şeyin sonu göstermek isteyenlerin niyeti hesabı, sonsuz hayatı ve Allah’ı unutturup, başları dünya yaşamına çevirtmektir. Oysa doğmak nasıl hak ise ölmek de haktır, hesap kaçınılmazdır. Bu dünya, dev projenin yeryüzü safhasından başka bir şey değildir. Çünkü insan denen proje, kısa dünya hayatı için var edilmemiştir. Bu dünya yaşamı sadece bir sınavdır, ana plan öncesi uyarlanmış kutsi bir tasarruftan ibarettir. Kainatı milyar yıl öncesine yaslandırıp, geleceği sonsuzlaştıran şeytanların oyunu iyi anlaşılmalı, nereden gelindiyse çok yakında oraya geri dönüleceği unutulmamalıdır.

Yarınlar Hristiyanların Yahudilere hep üstün geleceği, iman edenlerin azalacağı, bozgunculuk sevdasının kabaracağı, para ve şeytanlara tapan müşriklerin yönetimlere geleceği ama bir avuç imanlı nefer ile tevhid sancağının, yönetenlere rağmen, yeryüzünün her yerinde dalgalanacağı yarınlar olacaktır. Nasıl ve ne zaman bilinmez ama bu gelecek tasavvuru makinelerin değil insan denen mucizevi varlığın cennet yaşama hazır hale gelişinin de göstergesi olacaktır.

Dünya şeytanları, inatla düşünebilen yapay zekanın, insan kabiliyetlerini robotlara taşımanın hayalindedir. Oysa bu israf ve gaflet, insan ilmine yöneltilmiş olsaydı, teokratik düzenler gerçekten laik-milliyetçi fikirlerle köprü kurabilseydi ve kapitalist sömürgeci düzenler hak ve adil nizamları anlayabilseydi bugün yaşam çok farklı çok daha güzel ve refah yaygın olurdu.

İslam düşüncesi kapitalist sistem ve anlayışlarla tam bir zıddiyet içerir. Kapitalizm ve onun besleyici unsurları olan imkan eşitsizliğinden kaynaklanmış üstünlükler insanlığın baş belasıdır. Hayat sınavında yarışın daha başında bazılarının galip ilan edilmesi yaratılış kanunlarına aykırıdır.

Seçkinlik ve üstünlük iddiası şeytanın kibrinden bir huydur. Oysa dinde herkes eşittir. Fiziki farklar veya meslek grupları hariç tüm bedenler (ve ruhlar), aynı özdendir, aynı sınava tabidir. Bazılarının imkan, servet ve kabiliyetinin diğerlerinden yüksek oluşu onların bileğinin hakkı değil, sınavları gereğidir. Ve bu aynı zamanda ilave vebal demektir. Verilen tüm bu nimet ve kabiliyetleri Allah’ın verdiği bir borç olarak düşünmek doğru olandır. O kabiliyeti hayra kullanmak, nimeti paylaşmak ve güzele hizmet etmek esas olandır. Bunun aksi firavun veya Karun olmaktır ki akıbetleri malumdur. Ama sonuçta her şey hür iradeli tercihe dayalıdır. Sınav zaten budur.

İnsanın bir diğer borcu da fıtratta verdiği misakından kaynaklanan vebalidir, mukavelesidir. Borca sadakati, verilen sözlerin tutulmasını emreden Allah nasıl ki sayısız kez ahit verdikleri halde döndükleri için İsrailoğullarını lanetlediyse, nasıl ki insanlardan bazı üstünlükler verip (dalgıçlık, inşaat vb.) nimetlendirmiş ama İsrailoğulları şükredeceği yerde daha da azdığında onları çöllerde gezen avarelere çevirip, devletsizlikle belalandırdıysa misakta verilen sözlerine sadık kalamayan kulların akıbetleri de lanetlenmek ve hüsrana uğramaktır.

“Hani, biz İsrailoğulları’ndan, “Allah’tan başkasına ibadet etmeyeceksiniz, anne babaya, yakınlara, yetimlere, yoksullara iyilik edeceksiniz, herkese güzel sözler söyleyeceksiniz, namazı kılacaksınız, zekâtı vereceksiniz” diye söz almıştık. Sonra pek azınız hariç, yüz çevirerek sözünüzden döndünüz. Hani, “Birbirinizin kanını dökmeyeceksiniz, yurtlarınızdan çıkarmayacaksınız” diye de sizden kesin söz almıştık. Sonra bunu böylece kabul etmiştiniz. Kendiniz de buna hâlâ şahitlik etmektesiniz. Ama siz, birbirinizi öldüren, içinizden bir kesime karşı kötülük ve zulümde yardımlaşarak; size haram olduğu hâlde onları yurtlarından çıkaran, size esir olarak geldiklerinde ise, fidye verip kendilerini kurtaran kimselersiniz…” (Bakara 2/83-85)

Helak edilen kavimlerin tümü ayrı ayrı insanlığa örnektir. Bugün bir helak olmaması bizlerin doğruluğundan değil, Allah’ın rahmeti ve dilemesiyledir. Yazık ki bu yüzyılda insanlık tüm o helak edilen kavimlerin tamamının günahlarını fütursuzca işlemeye devam etmektedir. Helak sadece fiziken değildir. Kalplerin mühürlenmesi de helaktir. O sebeple bugün dünya insanlığının kötülüğe amade, vicdansızlığa yaslı, şeytani işbirliklerinin tümü helak olunmuşluk halidir.

Kıyamete dek tufan veya helak olamayacak olsa da insanlık sınavı bir bütündür. Geçmiş insanlığın hal ve tavırları bizlerin bugünü nasıl şekillendirdiyse, bizlerin manevi güçleri de yarınları tanzim edecektir. Çünkü Allah kişilerden ziyade insanın şahsında tüm insanlık ile yücelmeyi dileyendir. Geçmiş tüm dinler, gelen tüm peygamberler en büyük proje olan insanın yazılıma uygun tekamülünü sağlamak içindir ki gelmiş ve gelecek tüm insanlığın kaderine doğan herkes doğrudan etki etmektedir. Yüce Allah sabırla, sevgiyle tufanla, helakle, mucizeyle, cihatla vs. insanlığa hitap edip, şefaatini tastamam göstermiştir. Bu yüzden huzurda kimse rahmet görmedin diyemeyecek, Kur’an göz önünde olduğundan haberim yoktu diyemeyecektir. Sınavın ve hesabın hak ve adil oluşunun sırrı da buradadır. İnsan misakı ile bu adalete rıza göstereceğine de söz vermiştir. Kendisine tebliğ edilen hakikate bağlı kalacağına da. Allah’ın en büyük rahmeti Kur’an her şeyi defaten izah etmiştir. Hz. Peygamber yaşayarak göstermiştir.

Zalimlerin süre alması, kafirlerin servete boğulması ise sınav gereğidir, azgınlıkları artsın, helakleri ve hesapları hak olsun, tevbe kapıları kapanmasın, müddetimiz olsaydı iman ederdik diyemesinler ve onlara uyacaklar belli olsun diyedir! O halde ihtiyaç fazlasını vermek, huşuyu terk etmemek, Allah’tan vaz geçmemek doğru ve lazım olandır. Esenlik ve kurtuluşun, ahirette müjdelere mazhar olmanın tek yolu, Sırat-ı Müstakim üzere yaşamaktır ki ahiret akıbeti ancak bu dünya tarlasında şekillenir. Şeytanın bu kısa yaşamın ötesini sıfır olarak göstermek niyeti, insanların ahiretteki pişmanlığını temine yöneliktir. Şu çok iyi anlaşılmalıdır ki fıtrat; hem yaratış-yaratılış, hem din hem de ilahi nizam yani sünnetullah’tır. Kainatın tüm doğal ahenk, denge ve ölçüleri demek olan fıtratı değiştirmeye yeminli şeytan ve soyu, robotik, asosyal, inançsız, maddiyatçı, sanal-dijital, ölümsüz (!) bir dünya vaad ederken kendi isyanına devam etmekte ama zalim insan bunu görememekte, aksine kendisine cazibe merkezi kılmaktadır.

Sağlık ve para endişesini önce yaratıp sonra şifa olmayı vadeden şeytanlar, iblisin ahdinde yer alan ‘fakirlikle ve dostlarıyla korkutma’ yemininden farklı bir şey yapmıyorken, gafil insan bunu bilimsel ve kaçınılmaz gerçek olarak benimsemekle şeytanın yeminine de katkı sağlamaktadır. O yüzden okuyucu evvela iblisin yeminini ve sonra insanın misakını hatırlamalı, Allah’ın vaadini bu bilinçle okumalıdır. Çünkü bu sayılanların tümü tek bir parçadır, birbiriyle ilintilidir, dünya kaderi bu üçü üzerinden şekillenmektedir.

Şirk nasıl on dört asırdır inanan kullardan gizlendiyse, şeytan ve yemini de yine şeytanın dostlarınca İslam aleminden ve dünya insanlığından gizlenmeye çalışılmaktadır. Tüm dünyaya hitap eden Kur’an, kıyamete dek baki olduğuna göre insanlığın tüm sorunlarının cevabı da Kur’an’da demektir ki iblisin ahdi tüm kötü gidişatı süslü gösteren hain tuzaklar bütünü, Allah’ın hak vaadi nurlu yolu gösteren hidayet rehberidir.

Kur’an’ın tek düşmanı zulüm, tevhidin tek hasmı şeytanın şirk dinidir. Kul bu bloklardan sadece birine tabi olabilir ve ikisine üyelik, nüans, riya kabul etmeyen bu tercih, berzah ötesi cennet-cehennem ayrımına da mesnet teşkil eden haldir. Dünyaya daldırmak, dünya süsleriyle aldatmak şeytanın huyudur. Oysa dünya hayatı süslü bir eğlence ve oyun, dünya süsleri sınav vesilesinden ibarettir. Ecel sadece Allah’ın emri, nimet ve rızık paylaşımı hikmet gereğidir. Dolayısıyla gerçeklerden uzaklaşmak hüsrandan başka bir şey getirmeyecektir. Şeytanın oyunları o denli acımasızdır ki (lütfen dikkatli okuyun) şeytanlar evvela tüm dinlerin farklı ve rakip olduğunu, din ve bilim arasında tercih yapmanın zorunlu olduğunu algılarla benimsetmiştir. (Bunun yerli versiyonu Türk ve İslam’ı birbirine düşman etmektir.) Bu yalanlar kalp ve akıllara hem de din ve bilim adamları ile nakşedildiğinden insanlık tüm kurumlarını bu kabuller üzerine kurup, çözümsüz kalmaktadır. Oysa tüm dinler Allah’ındır, tümü bir bütündür, tevhiddir. Saptırılan dinler insan zulmü ürünüdür.

Din ve bilim ise soyut-somut, madde-maneviyat, beden –ruh, akıl-kalp şeklinde bir bütündür. Bilim dinin emri, din bilimin manası ve neden sorusunun cevabıdır. Laiklik bu ikisinin kardeşliği ve Allah emridir. Biat ve şura (seçim, demokrasi, çoğulcu yönetim erki) Allah’ın buyruğudur, laiklik şura ve imanın bileşkesi, dünya ve ahiret işlerinin dengelenmesidir. Sinsi şeytani oyunlar ise akılları karıştırıp, kaos yaratmak, bu kaostan istifadeyle şeytani düzenler kurma maharetini hayatın her alanına hünerle yaymaktadır.

Kulun kime inanacağı kendisini ilgilendirir ve fakat doğru tektir. Akibet de ona göre olacaktır. Şeytani tüm aldatmacaların adı Batıl, ilahi ve caiz olan tüm nizamın adı Hak’tır. Hak bir, batıl çoktur. Kulun tek doğruyu bilmesi onlarca yanlıştan kurtulması için kafidir. Tüm yanlışları minicik akılla sübjektif sorgulayıp, hak olanla eşitlemeye çalışmak ise gaflettir. Dikkat edilirse görülecektir ki şeytanın orduları, iblisin yeminine uygun vaziyette dört yandan, yaya ve atlılarla saldırmaktadır. (Ön gelecek, arka mazi, sağ din, sol bilim, yaya beşeri-zayıf, atlı kalıcı, güçlü, manevi saldırılardır.) İblis böyle yapacağını daha fıtratta duyurmuşken, insanların bugünkü duyarsızlığı anlaşılır değildir. İblis ve soyunun bir görevi ve kandırmacası da alternatifleri çoğaltmak suretiyle akılları karıştırmak ve hak olan tek doğrunun çoklu ortamda kaybolmasını ummaktır.

İnsan misakını her Fatiha’da (her rekatta) tekrarlarken yine Arapça ve arabizm ve israiliyat oyunlarıyla daha okuduğunun manasından habersizdir. O halde uyanış anlamak için okumakla başlamak, Türk kültür ve tarihini öğrenmekle, Türk-İslam medeniyetini yüceltmekle sürmeye mecburdur. Aldatıcı (süsler), cezbedici (şeytanlıklar), caydırıcı (zulümler) olsa da doğru yolda kalmak farz olandır, şakası yoktur. Diğer insanların durumu elbet önemlidir ama ilk adım kulun kendisini ve ailesini cendereden çıkarmasıdır. Bu yapılırsa zaten toplum temiz hücrelerle sağlıklı ve nezih bir hal alacaktır. Bedenlerdeki yenilenen hücreler örneğindeki gibi, yanlıştan dönen en küçük sosyal grup olan nezih ailelerin sayısı arttıkça genç hücreler çoğalacak ve ölü hücreler yani yobaz ve hain zihniyetli müşrikler bedenden yani toplum yaşamından uzaklaştırılacak, idrarla veya hacetle defedilecektir. Bu yeniden dirilmeye de emsal teşkil eden durum, bedenin (İslam’ın) tekamülüne de örnektir.

Nur kutbunun tevhid erleri, Nar kutbunun şeytanlarından daha inançlı, mert, cesur, fedakar, çalışkan, bilimsel ve bütün olmaya mecburdur. Bu dünya selameti için de elzemdir. Sonuçta hesap bireyseldir ama mesuliyet çok yönlü, kader ortaktır. Herkes gücü nispetinde bu kutlu davaya güç ve destek vermelidir. Ve bunun adı cihaddır. Cihattan kaçınmak ise zulme destek manası taşır.

Kuşun kanadından, çiçeğin kokusundan, ağacın taze yaprağından imana ulaşılamıyorsa zafiyet var demektir ve kalpler uzaklardaki bir yetimin ağlamasından rahatsız olmuyor, uzaklardaki mazlumlar kalpleri acıtmıyorsa katılaşmış demektir.

Bu yazıyı okudunuz mu?

İslam’ın abdesti iman

Bir çekirdekten dev çınarı çıkartan Allah bizler için iman nüvesini kalplere koymuştur. O iman büyüyecek, ...

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir